Prof. Dr. Michael Winkler
(Jena Üniversitesi)
Konu aile ve eğitim olduğunda neler tipik Alman olarak görülebilir? Bilindiği üzere başta masum görünen sorular insanı daima karamsarlığa sürükler. Onlara ciddi yanıtlar verilmek isteniyorsa, soruyla karşılık verilmeli: Pekiyi eğitim nedir? Ve aile nedir, kimlerden oluşur? Yanıtlar herşeyden önce bir çift sosyal-bilimsel incelemenin açıklanmasını şart koşar:
Bir taraftan kültürler karşılaştırıldığında eğitimin ve ailelerin birbirinden pek farklı olmadığı görülür. Onlar sağlam antropolojik temellere dayalı, evrensel ölçekte rastlanabilen bir uygulamayı oluşturur. Ebeveynler her yerde çocukları için herşeyin en iyisini ister. Bu çok güçlü bir neden olduğundan, çocuk sahibi insanlar dünyanın her yerinde, neredeyse her zaman birbirleriyle kolayca iletişime geçer. Çocukları olan, çocukları hakkındaki izlenimlerini aktarabilir. Bu açıdan bakıldığında entegrasyonun en iyi ortakları onlar ve anneleridir.
Diğer taraftan kuzeyi ile güneyi, doğusu ile batısı arasında önemli farklılıklar gösteren bir ülkede genellemelere gitmek oldukça zordur. Bununla birlikte geçmişindeki küçük devletçikler döneminden kalma izlere ve buna bağlı dini aidiyet izlerine, Alman’da, ülkenin zihniyet tarihinin ipuçları olarak bugün de rastlamak mümkün: Bir bölgede sanayileşmenin erken başlamış olması ve bölgenin başka ülkelerden gelen işgücü için çekim noktası oluşturması – Ruhr Havzası’nda olduğu gibi – önem kazanabilir. Ya da bir ülkede tarımın ağırlıkta olması ve uzun süre göçe karşı kapıları kapatması önemli olabilir; dünya da pek değişmediğinden, eğitim ve öğretim de büyük bir rol oynamamış olur – Bavyera’da olduğu gibi.
Son dönemlerde bir takım belirleyici değişiklikler öne çıkıyor:
● Alman toplumu demografik dönüşümden geçiyor, insanlar daha uzun yaşıyor ve yaşlanıyor, çocuk ve gençlerin oranı geriliyor. Yaşlı insanlar, özellikle Almanya gibi çocuk karşıtlığının yaygın olduğu bir ülkede, daima çocuksever insanlar değildirler: Çimenlerin üzerinde top oynamak yasak, ebeveynler çocuklarının verdiği zarardan sorumlu tutulur. Çocuk ve gençlerin yaşa uygun davranış biçimleri çabucak göçmen statüsüne bağlanır. Gençler gürültü yaparak gruplar halinde tembel tembel takıldıklarında, “saçma sapan işler yaptıklarında”, yetişkinlerle söz dalaşına girdiklerinde ya da suça meyilli bir tutum sergilediklerinde, tüm bunlar kökenlerinin farklı bir ülkeye dayanmasıyla açıklanır. Ancak: Bu açıklama elbette yanlıştır, konu daha çok çocuk ve gençlerin yaşam durumlarının bir parçası olan eylemelerle ilgilidir.
● Almanya’da eğitimi konuşmak isteyen bir kimse, küçük yaştaki çocukların yarıdan fazlasının göç kökenli bir aileden geldiğini bilmek zorunda. Ama göçmen aileler yerli ailelere kıyasla daha geleneksel ve daha muhafazakardır, ancak farklar kısa sürede silinmektedir. Geçen son on yıllarda çocuk ve gençlerin ilkece ebeveynleriyle daha uyumlu bir ilişki içerisinde olmaları dikkate değer bir durumdur: Almanya’da büyümüş genç insanlar “çağdaş ailelerle” muhataplar; aile üyeleri eşit ve rahat, çocuklar ebeveynleriyle daha az sorun yaşıyor. Nitekim göçmen aile çocukları, daha otoriter yansıyan, yaşam modelleri geleneksel ailelerde yetişiyorlar, genç insanların ebeveynleriyle bağlarını daha çözmesi gerekiyor. Henüz isyandalar – bu da dikkat çekiyor ve hatta bir sapma olarak algılanıyor.
● İki Almanya’nın birleşmesi önemli bir tarih. Doğu Almanya’da daha az sayıda göçmen yaşıyor olsa da, doğudaki yaşlı Almanlar göçmenlerden korkuyor; Batı Almanya’da ise kültürlerarası karşılaşmalara açık bir durum hakim – çünkü burada başka toplumlardan ve ülkelerden gelen çok daha fazla genç insan var. Birarada büyüyenlerin birbiriyle daha az sorunu vardır; ebeveynler çocuk ve gençlerin yaşam durumlarının birbirine ne denli çok benzediğini bilirler; inatçılık dönemi ya da ergenlik çağı – bunlar tüm kültürlerde ve toplumlarda karşılaşılan durumlardır, her yerde aileleri deliye döndürür ve ebeveynleri birleştirir.
● İki Almanya’nın birleşmesinin ardından neo-liberal modernleştirme sürecinde yeni toplumsallaşma koşulları doğmuştur, sosyal devlet güvencelerinin sınırlandırmayı daha zor başardığı, zincirden boşanmış bir kapitalizmden söz etmek mümkün. Bu durum güvensizlik yaratıyor ve diğer insanlardan korkulmasına neden oluyor. Sosyal farklar, yoksulluk ve parçalanma şiddetlendi, toplumsal gruplar kitleler halinde damgalanıyor ve dışlanıyor, istikrarsız iş koşulları arttı, working poor olarak adlandırılan, elde ettikleri gelirle artık geçinemeyen insanlardan söz ediliyor. Aileler, çocuklarını tek başına yetiştiren ebeveynler bu durumdan özellikle etkileniyor. İş saatlerinin uzatılması ve çalışma zorunluluğu olumsuz etkiliyor, ebeveynlerin çocuklarına aktarmak istedikleri yaşam ve değer tasarımları konusunda güvensizlik ve belirsizlikler hakim. Aynı zamanda ebeveynler arasında rekabet baş gösteriyor; birçoğu çocuklarını gelecek için en uygun hale getirmek zorunda oldukları kanısındalar; dayanışma ise azalıyor.
● Alman toplumunun bütünleştirici gücü zayıflıyor, bireyselleştirme süreçleri pedagojik önceliklere yansıyor. Dolayısıyla toplum aslında renkleniyor, ancak karmaşıklaşıyor da: Tipik Alman artık yok, insanın içinde hareket ettiği sosyal ve kültürel çevreler baz alınıyor. Öte yandan büyük toplumsallaşma ajansları yitip gidiyor: Almanlar genç insanlar için din ve kilisenin neden önemli olduğunu artık hiç anlamıyorlar; belki de İslam’ı reddetmenin nedeni buna bağlıdır. Derneklerin eski ağırlıkları kalmadı; buna rağmen çaba göstermek değerli; kırsal bölgelerde genç insanlar belki de gönüllü itfaiyeye üye olduklarında daha kolay bir yerlere gelebiliyorlar.
● Eğitim ve eğitim-öğretim sistemi nihayet son on beş yılda temelden değişti: Büyüme sürecinde kreşler ve her şeyden önce çocuk yuvaları – aslında – tüm genç insanlar için “normal” hale geldi, örgün eğitimde okullar tümgün uygulamasıyla çalışıyorlar, yüksekokullar da değişiyor. Burada da bir zamanlar tipik Alman olarak tanımlanan tasarımlar artık geçerli değil – ayrıca bu gelişmenin hangi yöne evrileceği henüz tümüyle belirsiz.
Böylece Almanya’da birtakım şeyler karmakarışık durumda. Tipik Alman eğitimini neyin karakterize ettiğini söylemek zor. Buna rağmen: Almanya’da pedagojik konulara biçilen değer neredeyse benzersiz. Bu uzun bir geleneğe sahip, ancak – çok akıllı – alaycılar, Almanların pedagojik konuları odak noktaya yerleştirme eğilimlerini her zaman alaya almışlardır: Burjuvazinin 19. yüzyılda siyasi ve ekonomik zayıflığını, kendini eğitimli burjuvalıkla asilleştirerek dengelemeye çalıştığını iddia edenlerin sayısı az değil.
Son olarak büyük tepkilere yol açan ve Almanya’nın uluslararası karşılaştırmalarda ortalama bir sonuç elde ettiğini gösteren araştırmalar bunu açıkça gözler önüne serdi; hem de bu ülke dünya ölçeğinde en başarılı uluslardan biri olduğu halde. Yine de: Şair ve düşünürlerin halkı olarak Almanlar artık en ön sıralarda değiller! PISA Araştırması tartışma konusu oldu. Eğitim konusunun önemini vurgulayan diğer bir nokta, Almancada pedagojik olguları anlatan ve çevirisi olanaksız ifadelerin uzun zaman önce oluşmuş çeşitliliğidir: Eğitim ve öğretim (Bildung), okulda öğretim ve öğrenimle pek ilgisi olmayan, aksine insanların kişi olarak kendini bulmak üzere kendilerini geliştirdikleri ve aynı zamanda çevrelerini oluşturan dünyanın farkında ve ona hakim olduklarını anlatan karmaşık bir olay olarak son derece gerilimli bir kavramdır. Eğitim (Erziehung), çocuklar için, belli bir davranışı edinerek, toplum ve kültür içinde, iyi, göze batmadan ve sorumlu bir şekilde hareket edebilmeleri için koşullar yaratılmasına işaret eder; eğitim ve uyum bağlantı halindedir, ama bağımsızlığın ve özgürlüğün bir öğesi de daima hesaba katılmıştır. Özgürlükçü eğitimden söz edilmesi tesadüf değildir. Bugün Almanya’da eğitimin özgürlükle ilgisi her zaman olduğundan daha çoktur – böyle olması da gerçekten iyi. Sonuçta pedagojik dil, çocuklara bir şey öğreten, onları dünyanın “nesneleriyle” tanıştıran, ama kendi kendine düşünmeye de özendiren ders olgusunu da bilir.
Almanya’da pedagojik konular dile getirildiklerinde, bunlar önemlidir, ama aynı zamanda daima karmaşık ve kendi içerisinde neredeyse hep çelişkilidir. Bunlar birbiriyle nasıl bağdaşabilir: Uyum ve bağımsızlık? Ne de olsa: Eğer çocuklu bir kişinin desteğe ihtiyacı varsa, bu genelde kolayca çözülür; çocuk bezi ya da biberon, normalde yardımseverlik oldukça yaygındır, ebeveynler ve özellikle anneler hemen kaynaşır. Örneğin Almanların özelliği eğitme ya da en azından ders vermeleridir; göçmen olarak kişi hemen aydınlatılır ve bilgilendirilir, ona sık sık öğüt verilir ya da azarlanır. Kamuya açık alanlarda sergilenen davranış biçimleri bunun için hemen bir vesileye dönüşür, iyisi diretmemektir. Trafikte – dünyanın her yerinde olduğu gibi – kurallar biraz esnetildiğinde çok çabuk birilerinin sinirine dokunulmuş olur. Şoförler ebeveynlerin çocuklarına dikkat etmelerini ve onları katı eğitimden geçirmelerini isterler.
Her halükârda Almanlar açısından çocuklarının iyi eğitilmelerini ve okulda başarılı olmalarını önemsemelerini temel bir sosyal şema olarak görmek mümkün. Pedagojik konuların neredeyse umutsuzluğa düşecek boyuta varan bir ciddiyetle ve (ahlaki) paniğe meyilli bir tutumla pazarlığı yapılır: Sonunda zaten kendi istediklerini yapacakları sezinlendiği için değil yalnız, ayrıca çoğu durumda oldukça iyi gelişim gösterdikleri için diğer toplumlarda varolan alaycılık ve çocuğa gösterilen sevgi dolu ihmalkârlık burada eksiktir.
Öte yandan Almanlar aileye bağlı insanlardır – yalnız tartışma daha hararetlidir – bu tartışmaya katılmamakla ve kendi ailesel yaşam biçimini ve yaşam pratiğini seçmekle iyi edilmiş olur. Ve bir şey daha gerilime neden olur, nitekim bu Alman diliyle olan ilişkidir: Her kim buraya göç ediyorsa iletişime girebilmelidir, en kısa sürede, duruma göre en azından ağırlığını koymayı becerecek kadar Almancaya vakıf olmalıdır. Başka insanlar kendilerini anlamayınca Almanlar tedirgin olurlar – kendileri hakkında kötü konuşulmasından korkuyorlar, özgüvenleri pek gelişmemiş olsa gerek.
Tipik Alman mı? Soğukkanlılıkla bakıldığında tipik Alman, sebzemi Türk bakkalından almam, pantolonumu Hintli terzimde kısaltmamdır, tamircilerin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nden geliyor olmalarıdır. Bazen Rus komşularımın çocuklarını nasıl azarladıklarını duyduğumda şaşırıyorum. Tipi Alman en azından Batı Almanya’nın günlük kent yaşantısında, çocuklarımın içinde büyüdüğü ve hatta torunumu artık hiçbir şeyin şaşırtamadığı çılgın ve renkli bir meseleye dönüştü – ama toplum denilen şey böyle işliyor.