Hüseyin Ozan UYUMLU
ozan4477@gmail.com
Dış borçlanma, bir devletin ya da bir kamu kuruluşunun çeşitli dış kaynaklardan gelir sağlamasıdır. Borçlanma borç alan ülkenin, borç verene karşı olan bir bağımlılığı olarak da tanımlanabilir (Şeker, 2007, s. 115-134). Dış borçların artması, ülkeleri alacaklı ülkelere bağımlı hale getirir. 1854–1923 yılları arası Osmanlı Devleti’nin batılı ülkelere yoğun olarak borçlandığı ve giderek bir sömürge imparatorluğu haline geldiği dönemdir. Dış borç almanın bedelini Osmanlı Devleti bağımsızlığını ve topraklarını vererek ödemiştir (Dikmen, 2010, s. 137).
Osmanlı İmparatorluğu’nun XIX. yüzyıldan itibaren yönlendiği dışa bağımlı ekonomik yapı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik bağımsızlığı önceleyen hassasiyeti sebebiyle terk edilmiş fakat 1950’li yıllardan itibaren çeşitli siyasî sebeplerle durum yine tersine dönmüştür (Keçeligil, 2019, s. 103). Borçlanma ve dışa bağımlılık arasındaki sıkı ilişki borç finansmanı sağlayan devletler ya da kuruluşların hem ekonomik hem de siyasal çıkar beklentisini normalleştirmektedir. Bu nedenle borçlanma ve Düyûn-ı Umûmiyye konusu incelenirken ekonomik ve siyasî bağlamıyla değerlendirme yapılacaktır.
Osmanlı Devleti’nin ekonomik durumunun kötüye gidişi, Coğrafi Keşiflerle ortaya çıkan merkantilist ekonomik sistemin sonuçlarının Osmanlıya ulaşması sonucunda başlamıştır. Coğrafi keşifler sonrasında dünya ticaretinin okyanuslar üzerinden yapılması hız kazanmıştır. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu gibi geleneksel ticaret yollarına hâkim olan devletlerin gelirlerinin azalmasına neden olmuştur (Yüksel, 2020, s. 24). Avrupa’ya akan değerli madenlerin Osmanlı Devleti’ne girerek piyasada para bolluğuna yol açması, devlet giderlerinde görülen devamlı artış, ülke ekonomisinin hızlı bir enflasyon ortamına sürüklenmesine yol açmıştır (Keçeligil, 2019, s. 112-113). Fiyat artışlarının etkisi ile ve ekonomideki sıkıntılar nedeniyle en büyük gelir kaynağı olan vergilerin nominal olarak fiyat değişmelerine karşı esnek olmaması nedeniyle hazine gelirlerinde çok büyük azalışlar meydana gelmeye başlamıştır (Eser, 2021, s. 35). Siyasî olarak devletin en güçlü dönemlerinden biri olarak görülen Fatih Sultan Mehmet dönemi Osmanlı Devleti’nin “enflasyon” olgusuyla ilk kez karşılaştığı dönemdir (Shaw, 1994, s. 96)
XV. yüzyıldan itibaren rakiplerinin zenginleşmesi ve ülkedeki ekonomik parametrelerin değişmesine rağmen askeri zaferlerle krizi erteleyen Osmanlı Devleti, XVII. yüzyıldan itibaren sıkıntıları fark etmiş, ıslahatlar yapmak suretiyle başta ekonomi ve askeri düzende iyileştirmeler yapmaya çalışmıştır. Her ne kadar dirençle karşılaşsa da özellikle saray masraflarının kısılması ekonomik alanda yapılmaya çalışılan ıslahatların başında gelmiştir. Devletin üç ekonomi ilkesinden biri olan “iaşecilik”[1] anlayışı nedeniyle sınırlarını ithalata kapatmayan Osmanlı Devleti, küresel sermayeye teslim olmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti, finansal krizden çıkabilmek için öncelikle “yerli” sermayeye başvurmuş, 1775’te “esham” adlı uygulamayla iç borçlanma yoluna gitmiştir. Bu uygulama kâğıt para kullanımının da temelini oluşturmuştur.
XVIII. yüzyılın sonlarında savaşlarda alınan mağlubiyetler ve ödenen tazminatlar nedeniyle Osmanlı maliyesi büyük bir kriz ile karşı karşıya kalmıştır. Yüzyılın en güçlü devletlerinden olan Rusya ile 1787’de savaş başladığında Osmanlı yönetimi savaş masraflarını karşılayabilmek için devlet eliyle iç borçlanma yoluna gitmiş fakat istediği kadar para toplayamamıştır. Bunun üzerine Hollanda ve İspanya’dan borç almaya çalışmış ancak bir anlaşma sağlayamamıştır (Yüksel, 2020, s. 125).
Osmanlı Devleti’nin borçlanma durumundan daha önce kapitülasyon uygulamalarının Osmanlı ekonomisini dış etkenlere açık hale getirdiği söylenebilir. Dünyada genel olarak feodal üretim biçiminin görüldüğü ve Osmanlı Devleti’nin ekonomik olarak güçlü olduğu dönemlerde Avrupalı devletlere verilen kapitülasyonlar sorun teşkil etmiyorken, kapitülasyonların XVIII. yüzyılda daha da genişlemesi ve Avrupa’da Sanayi Devrimi sonrasında oluşan kapitalist üretim biçimi kapitülasyonları Osmanlı ülkesine yerleştirilen Truva atına dönüştürmüştür. XIX. yüzyıl boyunca İngiltere ve ardından diğer Avrupa ülkeleri, büyüyen kapitalist birikimlerine koşut olarak Osmanlı Devleti üzerinde aşama aşama emperyalist denetim kurmuşlardır (Öztürk ve Keskin, 2011, 118). Kapitülasyonlar, gümrüklerde koruma önlemleri alınmasını engellemekle kalmamış, geleneksel üretim yapısını sarsmış ve yerli sanayinin çöküş sürecini başlatmıştır (Yıldız, 2007, s 116). Osmanlı Devleti, yaptığı bu düzenlemelerle daha bağımlı bir ülke haline dönüşmüş ve kapitalizmin çarkları arasında eriyen bir ekonomik sisteme mahkûm olmuştur. Bu ekonomik sistem devleti tamamen kapitalizmin bir yarı sömürgesi haline getirmiştir (Eser, 2021, s. 40).
XVIII. yüzyılın sonlarında ilk olarak İngiltere’de görülen Sanayi Devrimi dünya tarihinin seyrini değiştirmiştir. Başta İngiltere olmak üzere Avrupalı devletler fabrikalarda makinelerle üretime geçmiş, yeni model ticari metanın daha ucuza üretilmesini sağlamıştır. Osmanlı Devleti sanayileşmeyi gerçekleştirmek için hamleler yapsa da bütüncül bir yapıya sahip olmadığı için ıslahatlar kadük kalmıştır. XVII. yüzyıldan itibaren medreselerden fen bilimleri derslerinin çıkarılması; Hezarfen Ahmet Çelebi, Lagari Hasan Çelebi, Takiyüddin Mehmed gibi bilim insanlarının çalışmalarına izin verilmemesi ve bazılarının sürgüne gönderilmesi gibi sebeplerle eğitim ve bilim alanlarında yeterliliğe sahip olamayan Osmanlı Devleti, sanayileşmenin temel yapıtaşlarından olan bilimsel ve teknolojik altyapıyı sağlayamamıştır.
Sanayi Devrimi dünyada ham madde ve pazar ihtiyacını doğurmuştur. Sanayileşen ülkeler bol miktarda ürettikleri ticarî malları satacakları geniş pazarlar bulmanın yollarını aramışlardır. Osmanlı Devleti dönemin büyük nüfusa sahip ülkelerinden olması nedeniyle Avrupalı devletler için cazip bir pazar olarak görülmüştür. Osmanlı Devletinin XIX. yüzyılda ortaya çıkan dünya ekonomisiyle bütünleşme göstergelerine bakıldığında; öncelikli olarak dikkati çeken olay dış ticaret anlaşmalarıdır (Yıldız, 2011, s. 319). 1838’de İngiltere ile yapılan Balta Limanı Ticaret Antlaşması Osmanlı diplomasi tarihinin en olumsuz antlaşmalarından biridir. Balta Limanı Ticaret Antlaşması, İngiltere’den Osmanlı’ya gelecek mallara çok düşük oranlı ve tek tip bir verginin uygulanması kuralını getirmiştir. İngiltere’nin 1830-1832 arasında Osmanlı ülkesine ithalat oranı %19.0 iken ticaret anlaşması sonrasında 1840-1842 arasında bu oran %29.3’e çıkmıştır. Yani %10’luk ani bir büyüme gerçekleşmiştir. (Yıldız, 2007, s. 118). 23 yıl içinde ise Türkiye’nin İngiltere’den ithalatı değer olarak %400’den daha çok artmışken, Türkiye’nin toplam İngiliz ihracatındaki payı %1.9’dan %4.9’a yükselmiştir (Kurmuş, 2007, s. 86). İngiltere’ye tanınan ayrıcalıklar, bir yıl içinde irili ufaklı bütün Avrupa devletlerine de tanınmıştır (Keçeligil, 2019, s. 113). Avrupa devletleriyle imzalanan ticaret anlaşmaları sonucunda ülkeye giren yabancı sermayenin miktar ve bileşiminde bir artış göze çarpmaktadır (Yıldız, 2007, s. 117). Antlaşmada dış ticaret vergisinin göstermelik hale getirilmesinin yanı sıra iç ticaret vergisinde de değişikliğe gidilmiştir. %8’lik iç ticaret resmini yerli tüccarlar ödemek zorunda olduğu halde Avrupalı tüccarlar için kaldırılmıştır (Yıldız, 2007, s. 117). Avrupa’da ucuza üretilen mallar, çok düşük miktarda vergi ödenerek Osmanlı limanlarına indirilmiş, ülkenin çeşitli pazarlarına iç ticaret vergisi ödemeden ulaştırılmıştır. Pazarda Osmanlı yerli üretim mallarına göre daha ucuza satılan Avrupa ticarî malları yerli esnafa kepenk kapattırmış, Osmanlının yerli üretimi sona ermiştir. Örneğin 1847’den önce Bursa’da bin dokuma tezgahında 32.000 kg ipek üretilmekteyken, Avrupa mallarının ülkeye girmesiyle Bursa’da sadece 75 tezgâh kalmış ve yıllık üretim 5200 kilograma düşmüştür (Yıldız, 2007, s. 117). Osmanlı ülkesi yabancı mallarının tahakkümüne girmiştir. Tüketim yoluyla Osmanlı tebaasının parası ülke dışına çıkmış, Osmanlı Devleti dışa bağımlı hâle gelmiştir. 1838-1864 dönemi Osmanlı ekonomisinin ticaret ve malî anlaşmalarla tümüyle dış etkilere açıldığı ve açık pazar haline dönüştüğü bir dönem olmuştur. Bu dönemde iktisadî emperyalizm bütün boyutlarıyla Osmanlı ekonomisine egemen olmuştur. Bu anlaşma, Osmanlı Devleti üzerinde uzun yıllar sürdürülen ekonomik sömürüyü uluslararası alanda hukukî hale getirmiştir (Yıldız, 2007, s. 117).
1838-Baltalimanı Serbest Ticaret Anlaşmasının Osmanlı toplumu açısından bir diğer önemi, kapitalist üretim ilişkilerinin Osmanlı yurduna girişini sağlamasıdır. Batı Avrupa’nın kapitalist sistemi ülkeye önce “ticaret sermayesi”, 1854’ten itibaren de “malî sermaye” olarak girmiş ve yerleşmiştir (Keçeligil, 2019, s. 115). Sermayesini yatıran girişimcinin en önemli amacı kâr elde etmektir. Burada asıl amaç kâr olmakla birlikte yabancı sermayenin yatırımlarını yaparken dikkat ettiği bazı faktörler vardır. Yabancı sermayenin tercihlerinde yatırımın yapılacağı ülkedeki pazarın çekiciliği önde gelir. Yani bir ülkedeki talep fazlalığı büyük önem arz etmektedir. Diğer bir faktör ise, üretim faktörlerinin ve doğal kaynakların bolluğu ve ucuzluğudur. Sermayesini yatıran girişimcinin dikkat ettiği önemli hususlardan biri de yatırım yapacağı ülkenin ekonomik ve siyasî anlamda istikrara sahip olmasıdır (Yıldız, 2007, s. 115). Düyûn-ı Umûmiyye İdaresinin kuruluşunda; Balta Limanı Ticaret Antlaşması’ndan sonra etkin şekilde Osmanlı ülkesine giren Avrupalı sermaye gücünün Osmanlı Devleti’nin “ekonomik istikrarı”nı sağlamak ve çıkarları doğrultusunda kararlar almak istemesi etkilidir. Ekonomik istikrar derken kastettiğimiz Avrupa sermayesi için “yönetilebilir” kaynaklar, mülkiyet hakkının garanti edilmesi, yabancıların taşınmaz mal edinmelerinin sağlanması ve ulaşım olanaklarının artırılmasıdır (Kurmuş, 2007, s. 71).
Sanayi Devrimi sonrasında zenginleşen Avrupa devletleri XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ekonomik sıkıntı içindeki ülkelere borç vermeye başlamışlardır. Borçların devamında Avrupa sermayesi bu ülkelere akın etmiş ve ülkeler neredeyse sömürge haline getirilmişlerdir.
Ülkeler, savaşlar ve doğal afetler gibi olağanüstü durumlardan oluşan zaiyatın finansmanı için olağanüstü harcamalar yapar. Olağanüstü olaylar kamu harcamalarını büyük ölçüde artırabilir, kamu harcamalarında iç kaynaklar yetersiz kalırsa dış kaynaklara başvurulur (Dursun, s. 27). Osmanlı Devleti, 1853’te başlayan Kırım Savaşı’nın neden olduğu harcamaların artışı sonucu ilk kez 1854’te dış borca başvurmak zorunda kalmıştır. Burada kritik nokta bu borç alınmadan önce, yani 1840’lı yıllardan itibaren Avrupalı sermaye sahipleri ve Avrupa devletlerinin temsilcilerinin, ekonomik sorunlara çözüm olarak dış borçlara başvurulması konusunda Osmanlı merkezi bürokrasisine sürekli baskı yapmış olmalarıdır (Yıldız, 2007, s. 119).
Avrupalı emperyalist ülkeler seri üretim ile artan ticarî malları Osmanlı ülkesinde pazarlama olanaklarının yanı sıra çoğalan nakdî sermayelerini de Osmanlı ülkesinde değerlendirme fırsatı bulmuşlardır. Osmanlı Devleti sanayileşmeyi gerçekleştirememesinden dolayı devlet gelirlerinde artış sağlayamadığından zaten bu nakdî sermayeye muhtaç durumdadır. Böylece parasal konularda ve malî işlerde Avrupa ile Osmanlı Devleti arasında birbirini tamamlayan, birbirine muhtaç bir durum ortaya çıkmıştır (Gürsoy, 2011, s. 26).
İlk dış borç alma girişimi padişah Abdülmecid’in sadrazamı olan Mustafa Reşit Paşa tarafından gerçekleştirilmiştir. 1851’de maaşların dahi ödenemeyeceği gerekçesi ile ilk dış borç anlaşması imzalanmış fakat bunun doğuracağı tehlikeler düşünülerek iptal tazminatı ödemek suretiyle bu anlaşma feshedilmiştir (Adiloğlu ve Yücel, 2021, s. 70).
Osmanlı Devleti nakdî sermayeye muhtaç olduğu için, Avrupa ile Osmanlılar arasında giderek hızlanan ve kısa zamanda büyüyen bir borç alma-verme dönemi başlamıştır. Daha Kırım Savaşı öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Galata Bankerlerine olan borcu dahi 16 milyon liraya yükselmişti. Bankacılık veya borçlanma sistemlerinin Orta Çağ’dan bu yana gelişmiş olduğu Avrupa, güçlü finans merkezleri aracılığıyla Osmanlı Devleti’nin kapısını borç vermek için sürekli aşındırmaya başlamıştır. 1853’te başlayan Kırım Savaşı devam ederken, 1854’te ortaya çıkan lüzum üzerine Osmanlı, kendine müttefik olarak gördüğü İngiltere ve Fransa’dan ilk dış borç alma işlemini gerçekleştirmiştir (Eser, 2021, s. 43).
1838’den itibaren Osmanlının ticaret hacmi genişlemiş fakat ihracattan ziyade ithalat yapıldığı için cari açığı artmıştır. Bu durumun yanı sıra ülkeye yoğun şekilde yabancı sermaye girişi olmuştur. 1850-1913 yılları arasında Türkiye’de ticaret yapmak, maden işletmek, fabrika açmak gibi amaçlarla Londra’da kurulmuş olan İngiliz şirketlerinin sayısı en az 166’dır. Bu şirketlerin sermayeleri ise 10.000 sterlin ile 1.000.000 sterlin arasında değişmektedir (Kurmuş, 2007, s. 69). 1854’ten Avrupa ekonomik bunalımının yaşandığı 1873’e kadar yabancı sermayenin ülkeye girişinde bir aksama ve düzensizlik olmamıştır. Bu süre içinde İngiltere’nin hem dış borçlar dışındaki hem de dış borçlar dahil olmak üzere yabancı sermaye girişinde önde olduğu
görülmektedir. Yabancı sermaye girişinin dış borçları arttırdığı unutulmamalıdır (Yıldız, 2007, s. 113-114). Düyûn-ı Umûmiyye’nin kuruluşuna giden süreçte gerek ticaret, gerekse borç ilişkileri üzerinden yabancı sermayenin ülkeye girişinin artmasının etkisi söz konusudur.
1853’te başlayan Rusya’yla Kırım Savaşı başladığında Osmanlı İmparatorluğu’nun bütçesi 7.5 milyon lira iken savaş masraflarının 18 milyon lira olacağı hesaplanmıştır. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu 24 Ağustos 1854’te yaptığı antlaşma ile Palmer&Co ve Gold Schmitet Ass. şirketlerinden 3.3 milyon Osmanlı lirası borç almıştır (Yüksel, 2020, s. 125). Borcun geri ödeme süresi 33 yıl, yıllık faiz oranı %6 ve ödeme biçimi her yıl ana paranın %1’inin geri ödenmesi şeklinde olacaktır. Tahvillerin ihraç fiyatı ise nominal değerin yüzde sekseni olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla bu borçlanmadan Osmanlı Devleti’nin eline 2.640.000 Osmanlı Lirası geçmiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin bu parayı kendi planları doğrultusunda harcaması söz konusu değildir. Yapılan anlaşmaya göre Osmanlı Devleti bu parayı savaş amaçlı kullanacaktır (Adiloğlu ve Yücel, 2021, s. 70-71).
Bütçe açıklarını kapatmak ve alınan borçları ödemek için kullanılacak olan dış borçlar çok kısa sürede çevrilemez konuma gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin yapacağı tahvil satışlarına bütçe gelirlerini ipotek etme yöntemi ülkenin düzenli bütçe gelirlerinin tamamen yok olmasına yol açmıştır. Büyüyen dış borçlar nedeniyle 1863’te bütçe gelirlerinin %17’si dış borç ödemelerinde kullanılırken, 1873’e gelindiğinde bütçe gelirlerinin %55’i bu yönde kullanılmıştır (Eser, 2021, s. 43-44).
Avrupalı devletlerin kendi çıkarları gereği Osmanlı Devleti’ni desteklediği Kırım Savaşı’nın Osmanlı galibiyetiyle sonuçlanması pek fayda getirmemiştir. Savaşın ardından imzalanan Paris Antlaşması Osmanlı aleyhine sonuçlar doğurmuştur. Ayrıca savaş sonrasında bir yandan yeni dış borçlar alınırken diğer yandan Avrupa sermayesi Osmanlı topraklarına pek çok yatırım yapmaya başlamıştır. Alınan borçlar yüksek faizle alınmış, verimli olarak kullanılmamış ve böylece borç yükü gittikçe artmıştır (Ünlüönen, 1988, s. 315). Alınan borçların miktarı ve faizinin olumsuzluğu bir tarafa borç alma yoluna başvurulma sayısı da dikkat çekicidir. 1854-1874 arasında 15 kez borç alınmıştır. 1865’ten itibaren alınan borçların miktarı gittikçe yükselmiştir (Yıldırım, 2001, s. 319). Alınan borçlar üretimi artıracak faaliyet alanlarına değil; savaş giderleri, saray masrafları, saray inşası, donanma yapımı ve maaş ödemeleri gibi alanlarda kullanıldığı için mevcut borçların ödemeleri yeni borç alınarak yapılmıştır (Kurnaz, 1989, s. 64).
1874’te oluşan malî göstergeler durumun vahametini açıkça göstermektedir: Osmanlı devlet bütçesi 25.104.958 lira iken ödenmesi gereken borç taksiti 30 milyon liraya ulaşmıştır (Fişek, 1967, s. 160). Osmanlı maliyesi borçların yükü ve faiziyle karşı karşıyayken 1875’te artık borçların taksitleri dahi ödenemez hale gelmiştir.
Ağır faizle alınan ve kaynak yaratıcı alanlara yöneltilemeyen borçların sonucunda devletin bütçe dengesi bozulmuştur. II. Abdülhamit yönetiminde 30 Ekim 1875’te Ramazan Kanunnamesi ile maliyenin iflası ve borçların ödenmesi ile ilgili bir plan ilan edilmiş, iç ve dış borçların ana para ve faizlerinin yarısının ödenmeyeceği ilan edilmiştir. Bu ilan bir bakıma malî iflas veya moratoryum olarak isimlendirilebilecek bir durumun itirafı olmuştur. 1876 Nisan’ından itibaren borç geri ödemeleri tamamen durdurulmuştur. Ramazan Kanunnamesi alacaklı devletler nazarında büyük tepki yaratmıştır. İflasın açıklanması, kapitalizmin merkez ülkelerinde Osmanlı tahvillerine sahip kişiler üzerinde şok etkisi yaratmıştır (Aybudak, 2022, s. 677). Avrupa gazeteleri “Türkler bizi dolandırdı, altınlarımızı safahat uğruna harcadılar” şeklinde yayınlar yapmaya başlamışlardır (Akt. Adiloğlu ve Yücel, 2021).
Ramazan Kanunnamesi’nin ardından yapılan düzenlemelerin başında 1879’da Rüsumu Sitte İdaresinin (Altı Vergi İdaresi) kurulması ve altı çeşit verginin yurt içindeki Galata Bankerlerine tahsis edilmesi gelmektedir. Bununla birlikte düzenleme yurt dışının tepkisini çekmiş ve yeni bir anlaşma kaçınılmaz olmuştur. İngiliz, Fransız, İtalyan, Avusturyalı ve Alman alacaklılar ile Osmanlı Devleti arasında yapılan görüşmeler sonucunda 20 Kasım 1881’de (28 Muharrem 1299) yapılan anlaşma ile Düyûn-ı Umûmiyye (Genel Borçlar) İdaresi, tam adıyla “Düyûn-ı Umûmiyye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi” kurulmuştur. Anlaşma, muharrem ayına denk gelmesi nedeniyle “Muharrem Kararnamesi” olarak anılmıştır (Adiloğlu ve Yücel, 2021, s. 73). Düyûn-ı Umûmiyye’nin işlevini sadece alacaklı devletlerin alacaklarını tahsis etmesi ve Osmanlı bütçesi üzerindeki etkileri üzerinden değerlendirmek yeterli olmaz. Dönemin siyasî güç dengeleri, krizleri, çatışmaları, çıkar ortaklıklarıyla değerlendirmek, ekonomi-siyaset bağlantısı ile değerlendirmek konuya bütüncül bir bakış açısı oluşturacaktır. Gürsoy’a göre Düyûn-ı Umûmiyye, Avrupa kapitalizminin ülke içine sokulmuş bir ileri karakoludur (Gürsoy, 2011, s. 25). Devlet maliyesinin içine yabancı bir özel yönetimin girmesiyle adeta sömürgelerde gözlemlenen bir yapı ortaya çıkmıştır (Kartopu, 2012).
Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi yedi kişiden oluşmuştur. Fransa, Avusturya, İtalya, Almanya, Osmanlı Devleti ve Galata Bankerlerinden birer üye komisyonda yer alırken, İngiltere ve Hollanda ortak bir üye tarafından temsil edilmiştir. İdare, Osmanlı Devleti’nin tuz, alkollü içki, balıkçılık, ipek, tütün üzerinden aldığı vergilerin ve damga vergisinin tahsilatı ve harcanması ile yetkili kılınmıştır (Adiloğlu ve Yücel, 2021, s. 73). Bir anlamda devletin özelleştirilmesi anlamına gelen bu durum sonucunda ülke ekonomik hayatı sömürgeci kapitalist ülkelerin egemenliğine girmiştir (Eser, 2021, s. 45).
Düyûn-ı Umûmiyye’nin kuruluşunu dönemin siyasî bağlamıyla ele almak gerekir. 1878’de gerçekleşen Berlin Kongresi’nde ülkeye borç veren İngiltere, Fransa ve Rusya gibi ülkeler Osmanlı Devleti’nin paylaşılması gerektiği konusunda anlaşmaya varmışlardır. Kongre sonrasına rastlayan dönemde ülkenin toprak olarak olmasa da ekonomik olarak paylaşılması sürecini sağlayan Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi kapitalist sömürü yönteminin en önemli aracı olarak ortaya çıkmıştır (Eser, 2021, s. 44-45).
Batı kapitalizminin Osmanlı ülkesine girişi ve hareketliliğinde Osmanlı Bankası ve Deutsche Bank gibi finans kuruluşları da etkili olmuştur. Örneğin Deutsche Bank demiryolları imtiyazlarının verilişini hızlandırmak amacıyla yeni bir Osmanlı borcunu Alman borsalarında satışa çıkarma işini üzerine almıştır. Böylece Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde Alman-Fransız rekabeti büyük ölçüde Deutsche Bank-Osmanlı Bankası rekabeti şeklinde olmuştur. Demiryollarından sonra en fazla yatırım yapılan alanın bankacılık olması şaşırtıcı değildir. Bankacılığın 1914’te sektörden aldığı pay %12’dir (Yıldız, 2007, s. 123-124).
Düyûn-ı Umûmiyye İdaresinin devletin ekonomik bağımsızlığını zayıflatan en önemli işlevi devlet gelirlerinin dörtte birini kontrolü altına almış olmasıdır. Kurumun devletteki etkinliğini anlamak için çalışan sayılarına bakmak da faydalı olabilir. Veri bulunan 1912’de Osmanlı Maliye İdaresinde çalışanların sayısı 5.500 kişi iken, Düyûn-ı Umûmiyye İdaresinin istihdam ettiği personel sayısı 3.200 geçici ve 5.700 devamlı statü olarak 8.900’e ulaşmıştır. (Adiloğlu ve Yücel, 2021, s. 74).
Düyûn-ı Umûmiyye İdaresinin kurulduğu yıllarda ülkeye giren yabancı sermaye yatırımlarında artış gerçekleşmiştir. Bu yönüyle Düyûn-ı Umûmiyye, Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla benzerlik göstermektedir. 1888-1896 arasında ülkeye giren yabancı sermaye yatırımlarının toplam miktarı 30 milyon sterlini aşmaktadır. Bu miktar 1914’e kadar yapılan toplam yabancı sermaye yatırımlarının %40’ına denk düşmektedir. Bu dönemde 17 milyon sterlinden fazla yabancı sermaye yatırımı yapılmıştır (Yıldız, 2007, s. 122-123).
Bu idareyle Osmanlı Devleti ekonomik açıdan, yabancı ülkelerin himayesi altına girmiş ve bazı devletler imparatorluk içinde siyasi yönden etkinliklerini arttırarak, kendi çıkarları doğrultusunda kararlar alınmasını sağlamışlardır (Dayar ve Küçükaksoy, 2009, s. 34). İdarenin gerektiğinde tahsilat için haciz yapabilme yetkisi bulunması, ülke bağımsızlığının kısmen kaybedilmiş olduğunun bir göstergesidir. Düyûn-ı Umûmiyye, Osmanlı Devleti’nin kendi kaynaklarını kullanması ve tahsisi yetkisini sınırlandırmış, egemenlik haklarını zedelemiştir. Kurumun kendi bünyesi ve işlevi dışında da Osmanlıya etkileri olmuştur. Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi yönetim kurulu üyelerinin aynı zamanda Osmanlı Devleti’nde yatırım yapan demiryolu gibi çeşitli şirketlerde de görev almaları çıkar ilişkileri ve çelişkilerini yaratmıştır. Bunun yanı sıra demiryolu, limanlar, posta ve telefon idaresi gibi yerlere çalışan görevlileri ile ülke bağımsızlığını kontrol eden bir istihbarat ağı yaratmıştır (Adiloğlu ve Yücel, 2021, s. 75). Kaldı ki bu istihbarat ağının yalnızca kendi görevlendirdikleri yöneticilerle değil, Osmanlı devlet adamları eliyle de kurulduğu olmuştur. İmzasını “İngiltereli” diye atan bir yüksek memur, belki de bir bakan, Bakanlar Kurulu görüşmelerinin en gizli kısımlarını bile düzenli raporlarla İngiltere büyükelçisine bildirmekte bir sakınca görmemiştir (Kurmuş, 2007, s. 72).
XVIII. yüzyılda ilk kez Batı’daki gelişmeleri örnek alan Osmanlı Devleti, XIX. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa siyasetinin bir parçası olmaya çalışarak Avrupalıların, Şark Meselesi projeksiyonunda hedef olmaktan kurtulmak istemiştir. Osmanlı Devleti’nin tavizler verme pahasına dahil olmaya çalıştığı Avrupa siyaset düzlemi, eşitsiz gelişim yasasının beklendik sonucuyla alt sıralarda yer alan Osmanlı Devleti’ni düzlemin dışında tutmuş, onu çıkarlarına uygun olacak şekilde etkiye açık hale getirmiş, zamanı gelince de ülkenin topraklarını paylaşma noktasına gelmiştir. Siyasî gücü zayıflamasına rağmen hâlâ çok geniş ve jeopolitik açıdan kritik topraklara sahip olan Osmanlı Devleti, XIX. yüzyıl ve XX. yüzyılın başlarında Batı kapitalizminin hegemonyasına girmeye başlamıştır. Yönetsel açıdan müdahalelerde bulunulsa da Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumun yüksek kriz düzeyi çöküş seçeneğini baskın kılmıştır. Avrupa kapitalizmi, Osmanlının hizmet sektörü üzerinden de kendi çıkarlarını uygulamayı başarmıştır. Osmanlı Devleti, askerî ve idarî nedenlerle çok fazla ihtiyaç hissettiği demiryollarının yapımında çok fazla dış borçlanmaya başvurmuştur. Dış borçlanmanın ağırlığının yanında demiryolu yapımında imzaladığı sözleşmelerde şirketlere kilometre başına gelir güvencesi vermiştir. Yabancı demiryolu yatırımlarının risklerinin azaltılmasında rol oynayan Düyun-u Umumiye İdaresi, uluslararası sermaye yatırımları açısından güvenilir bir kurumdu (Ergüder, 2020, s. 470). Demiryollarını yapan şirketler zarar ederse bu zarar ülke hazinesi tarafından ödenmiştir. Kalan miktarın ödenmesi konusunda güvence isteyen şirketlere Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi güvence vererek bir anlamda kefil olmuştur. Bu durum Düyûn-ı Umûmiyye İdaresine devletin üzerinde bir kurum olma özelliği vermiştir. Devlet üzerinde devlet gibi özerk işleyişe sahip yabancı sermayeli bu şirketler aracılığıyla ülke yeni tip sömürgecilik yöntemi ile yağmalanmıştır. Demiryollarının yapımı esasen yabancı sermaye yatırımcılarının öneri ve talebiyle oluşmuştur. Çünkü, demiryolları yapımı için gereken malzemeler yatırımı yapan ülkeden ithal edilmiştir. Demiryolları yapıldıktan sonra ise, aynı Avrupa ülkeleri ekonomik ve ticari sermayesiyle girdiği bölgede ihracata yönelik ham madde ve gıda maddeleri üretimini arttırmaya başlamıştır. Bu da çevreden merkeze bir gelir aktarımı anlamına gelmektedir (Yıldız, 2007, s. 120). Yabancı sermaye yatırımlarının önemli bir kısmının demiryollarında yoğunlaştığı görülmektedir. Demiryolları sektörünün toplamdan aldığı pay yaklaşık %63.1’dir (Yıldız, 2007, s. 123). Yabancı sermayenin daha fazla demiryolu yapımı ve işletmesini tercih etmesinin nedeni hem olası işletme zararının Osmanlı hazinesi tarafından karşılanması hem de demiryolları güzergâhındaki madenleri işletme hakkını elde etmeleri gibi şirketlere verilen imtiyazlardır.
İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Lord Stratford de Redcliffe’in 16 Kasım 1858’de Alsancak istasyonunun temel atma töreninde yaptığı konuşma, yabancı sermayenin Osmanlı ülkesine girişi ve faaliyetlerindeki amacı net bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Bu demiryolunun, sanayi ürünlerimizin Türkiye’ye girişini kolaylaştıracak faydalı bir sermaye yatırımı olacağını umuyoruz. Hepinizin bildiği gibi Türkiye’nin yeniden canlandırılmasında Avrupa’nın her zamankinden daha çok çıkarı vardır. Batı uygarlığı Levant kapılarına geldi dayandı. Şimdiye kadar geçmeyi pek başaramadığımız bu kapılar ardına kadar açılmazsa, kendi çıkarlarımız doğrultusunda, zor kullanarak, bu kapıları açacak ve isteklerimizi kabul ettirecek güce, hatta daha fazlasına sahip olduğumuzu herkesin bilmesini isterim.” (Kurmuş, 2007, s.55).
Görüldüğü üzere Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi masumane bir niyetle Osmanlı bütçe yapısına düzen vererek dış borçlarını ödemek suretiyle eritmek gibi bir amaçla açılmamıştır. İdare’nin kuruluş ve faaliyet amaçları şu şekilde özetlenebilir:
1.Osmanlı ekonomisini alacaklı devletlerin çıkarlarına göre düzenlemek,
2.Osmanlı ekonomisi, kurumsal yapısı ve ülke bağımsızlığını ilgilendiren stratejik alanlarla (demiryolu, liman, posta, telefon vb) ilgili Avrupalı devletlere istihbarat sağlamak,
3.Osmanlı topraklarındaki özellikle stratejik öneme sahip ham madde ve kaynakları dışarı çıkarmak,
4.Osmanlının ticarî işletmelerini yönetme hakkına sahip olmak,
5.Osmanlı hazinesinden borç tahsili dışında diğer yollarla kendi kasalarına para aktarmak.
Düyûn-ı Umûmiyye İdaresinin varlığı Osmanlı Devleti’nin yeni dış borçlar almasına engel olmamıştır. İdarenin kurulduğu 1881’den II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908’e kadar geçen 27 yılda 16 farklı borçlanma ile 63 milyon Osmanlı Lirası borç alınmıştır. Daha sonraki yıllarda 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na kadar 8 farklı borçlanmada 46 milyon Osmanlı Lirası daha borç alınmıştır. 63 milyon lira tutarındaki borçlanmaların bir bölümü Şark Demiryollarının yapımında, bir bölümü askerî harcamalarda, bir bölümü eski borçların yapılandırılmasında, bir bölümü de bütçe açıklarının kapatılmasında kullanılmıştır. Trablusgarp ve Balkan Savaşlarının yarattığı yüksek maliyet nedeniyle 1914 yılında Osmanlı Bankasından alınan 22 milyon Osmanlı Lirası borç, bu uzun borçlanma macerasının son istikrazı olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunda Osmanlı Devleti, Anadolu dışındaki topraklarını kaybetmiş, İtilaf Devletlerince Sevr Barış Antlaşması’na mahkûm bırakılmaya çalışılmıştır. Anadolu’da Kuvayı Milliye direnişiyle başlayan bağımsızlık mücadelesi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde Millî Mücadele’ye (Kurtuluş Savaşı) evrilmiş, üç yılın sonunda yeni Türkiye devleti inşa edilmiştir. Yeni devletin tapusu konumunda olan Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923), Osmanlıdan kalan dış borçları imparatorluk sınırları içinde ortaya çıkan devletler arasında bölüştürmüş, Türkiye’ye ilişkin bölümü takside bağlamıştır. Barış görüşmelerinde alacaklı devletler borcun altın ya da sterlin olarak ödenmesini istemiş, fakat Türk temsilcilerin istediği şekilde, borcun Türk parası ya da frankla ödenmesi kararı alınmıştır (Kili, 2006, s. 149). Dış borçların ödenmesi konusunda uzlaşma sağlanması nedeniyle Düyûn-ı Umûmiyye (Genel Borçlar) İdaresi kapatılmıştır. Böylece Türk maliyesi, Türk ekonomisi ve hatta siyaseti üzerinde denetim organı rolü üstlenmiş olan, “devlet üzerinde devlet” mantığıyla işleyen Düyûn-ı Umûmiyye tarihe karışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlıdan kalan dış borçların ödemesini 1954’te tamamlamıştır.
Günümüz dünya ekonomilerinde birçok ülke bütçelerindeki boyutu çok büyük olan açıklarla mücadele etmektedirler. Bütçe açıkları ile mücadele etme yöntemi olarak da birçok ülke borçlanmayı seçtiğinden bu ülkelerin borç yüklerinin de günden güne arttığı gözlemlenmektedir (Eser, 2021, s. 26). Günümüzde ülkelerin dış borçlanma-ekonomik bağımlılık ilişkisinin diğer bir deyişle borçlanarak ekonomik bağımsızlığın zedelenmesi ilişkisinin değerlendirilmesi, Düyûn-ı Umûmiyye ile günümüzdeki Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi kurumlar arasındaki benzerlikler tarihsel bağlamlarıyla bir başka yazının konusu olarak ele alınmalıdır.
KAYNAKÇA
Adiloğlu, B., & Yücel, G. (2021). Düyûn-ı Umûmiyye Osmanlı Devlet Borçları İdaresi. Muhasebe Ve Finans Tarihi Araştırmaları Dergisi, (21), 67-78. https:// dergipark. org.tr/tr/ download/article-file/ 1889369
Aybudak, U. (2022). Kapitalist jeokültürün taşıyıcısı olarak Düyûn-ı Umûmiye. Akademik Yaklaşımlar Dergisi, 13(2), 668-689. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2639512
Çetin, E. C. (2018). Düyun-u Umumiye ve Osmanlı dış borç tarihi genel bir bakış. Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, 7(14), 234-249. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/516330
Ergüder, B. (2020). Düyun-u Umumiye İdaresinin borç yönetiminden bir kesit: İkramiyeli tahviller. Tarih Ve Gelecek Dergisi, 6(2), 470-485. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1160638
Dayar, H., & Küçükaksoy, İ. (2009). Düyun-u Umumiye İdaresi ile Uluslararası Para Fonu’nun karşılaştırılması. Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11(21), 33-48. https://dergipark. org. tr/tr/download/article-file/843281
Dikmen, N. (2010). Osmanlı dış borçlarının ekonomik ve siyasi sonuçları. Atatürk Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi, 19(2), 137-159. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/30059
Dursun, B. (2019). Türkiye’de dış borç gelişimi ve ekonomik etkileri. [Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi]. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi. https:// acikerisim. cumhuriyet. edu.tr/ xmlui/ bitstream /handle/20.500.12418/ 12382/10254658.pdf?sequence=1&isAllowed=y
Eser, M. (2021). Türkiye’nin dış borçları. İksad. https://iksadyayinevi.com/wp-content/uploads/2021/12/TURKIYENIN-DIS-BORCLARI.
Gürsoy, B. (2011). 100. yılında Düyun-u Umumiye İdaresi üzerinde bir değerlendirme. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 40(1-4). https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/8321
http://www.genel-is.org.tr/42-yillik-cokus-24-ocak-kararlari,2,47083
Kartopu, S. (2012). Duyun-u Umumiye İdaresi ve idareyle ilgili görüşler. Global Journal of Economics and Business Studies, 1(2), 32-40. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/84080
Keçeligil, H. T. (2019). Başlangıçtan günümüze Türkiye’nin borçları ve kırılgan beşli. Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 8(15). https:// www. ufuk. edu.tr/ uploads / page /enstituler/sosyal-bilimler/ ens dergi/say-15/4.-balangtan -gnmze-trkiyenin-borlar-ve-krlgan-beli.pdf
Kili, S. (2006). Türk devrim tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür.
Kurmuş, O. (2007). Emperyalizmin Türkiye’ye girişi, Yordam.
Mete, M., Pekmez, G., Kıyançiçek, C., (2016), 2008 finans krizinin kırılgan sekizliler üzerindeki etkisi: Teorik bir inceleme. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 15(57), 689-709.
Shaw, S. (1994). Osmanlı İmparatorluğu ve modern Türkiye, Birinci cilt, e.
Töreli, T. (2020). Düyun-u Umumiye Genel Sekreteri Vital Cuinet’in 1891’de Malatya sancağı üzerine tespitleri. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22(2), 763-769. https://doi.org/10.16953/deusosbil.728598
Ünlüönen, K. (1988). Cumhuriyet dönemi devlet borçları. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 4(4), 313-335. https://dergipark.org.tr/tr/pub/duhfd/issue/22983/246304
Yaman Öztürk, M., & Ertürk Keskin, N. (2011). Osmanlıda yabancı yatırımlar Duyunu Umumiye ve Tütün Rejisi. Memleket Siyaset Yönetim, 6(16), 116-150. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2965136
Yıldız, A. (2007). Osmanlı İmparatorluğunun borçlanmasında yabancı sermayenin etkisi. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, (37), 113-125. https: // dergi park. org. tr/tr/download/article-file/5342
Yıldız, A. (2011). Osmanlı Devleti’nin borçlanmasında Osmanlı Bankası’nın rolü ve önemi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 10(36), 318-330. https:// dergipark. org. tr/ tr/ download / article-file/70281
Yüksel, Ç. (2020). Osmanlı borçları hakkında İngiliz Lordlar Kamarası’nda yapılan 21 Mayıs 1924 tarihli oturumun incelemesi. Kayseri Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2(2), 123-133. https://doi.org/10.51177/kayusosder.831833
[1] İaşecilik (provizyonizm) ilkesine göre önce kentlerin ihtiyaçlarının karşılanması gayesiyle üretilen malların ucuz, bol ve aynı zamanda kaliteli olması ile birlikte üretimin yüksek düzeylerde seyretmesi arzulanmaktaydı (Çetin, 2018, s. 236).