İngiliz koloni yönetimi, 1960 yılında Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların siyasi eşitliği temelinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönetimi devrederek ve iki bölgede egemen askeri üsler alarak adadan ayrılmıştır. Kurulan bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü ve anayasanın korunması sorumluluğu garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye verilmiştir.
Ayrılıkçı etnik faaliyetler 1963 yılında toplumsal çatışmaya dönüştüğünden iki toplum fiziki olarak da bölünmüştür. Bu silahlı çatışmalar sonucu Kıbrıslı Türkler devletten dışlanmış ve 1974 yılına kadar Türkiye’den adaya gizlice gönderilen subayların yönetimindeki ‘Türk Mukavemet Teşkilatı’ isimli yeraltı örgütünün idaresinde adanın %5 enklavlarında yaşamak zorunda bırakılmıştır.
1974 yılında, Rum toplumu içinde yaşanan sol sağ kavgası ve ardından faşist Yunan Cuntasının organize ettiği askeri darbe sonucunda yaşananlar, Türkiye’nin garantör ülke olarak askeri müdahalesini getirmiştir.
Haklı gerekçelerle, uluslararası hukuğa uygun yapılan bu müdahale etnik temelde bir savaşa ve işgale dönüşmüştür. Adanın kuzeyinde yaşayan yüz yetmiş bin Kıbrıslı Rum etnik temizlikle güney Kıbrıs’a sürülmüş, elli bin Kıbrıslı Türk de güvenlik gerekçe gösterilerek, adanın kuzeyine toplanmak zorunda bırakılmıştır. Adanın toplam alanının %37’isi işgal edilerek, Rum mülklerine ‘ganimet’ adı altında el konulmuş, ada fiziki olarak ikiye bölünmüştür.
Türkiye, adamızın kuzeyini ‘Türkleştirme’ politikası çerçevesinde yerleşim ve coğrafi yerlerin tarihi isimlerini değiştirmiş, Kıbrıslı Türklere yasal düzenleme yaparak zorla soy isim aldırmış, Kıbrıs lirası yerine Türk lirası kullanımını zorunlu hale getirmiş ve kendi kontrolünde Kıbrıs Türk Federe Devleti adı altında kukla bir yönetim oluşturmuştur.
Oluşturulan bu kukla rejimin yasaları gereği, asker, polis, itfaiye doğrudan Ankara Genel Kurmaylığına bağlanmış, TC elçisi protokolde başbakandan üste konmuş, Kıbrıslı Türk bir subayın üst düzey rütbe alması yasaklanmış, Merkez Bankası müdürü, Sivil Savunma Teşkilatı başkanı Türkiye’den atanmaya başlanmıştır. Tüm bu gelişmeler yaşanırken, 1975 yılında Kıbrıslı Rumların adanın kuzeyinde bıraktıkları mülkleri işlemek bahanesinin arkasına saklanılarak, Türkiye’den topraksız köylüler, sistematik olarak adaya göç ettirilerek, bunlara vatandaşlık ve Rumların terk ettikleri taşınmaz mallar verilerek hukuğa aykırı tapulanmıştır. 12 Ağustos 1949 tarihli, savaş zamanında sivil kişilerin korunmasına ilişkin 4. Cenevre Konvansiyonuna aykırı yapılan bu uygulama bir ‘savaş suçu’ olmasına rağmen, hala daha tüm hızı ile devam etmektedir. Bu suçu gizlemek için, nüfus sayım sonuçları yanıltıcı rakamlarla ifade edilmekte veya nüfus sayımı yapılmamaktadır. Yapılan tahminlere göre adanın kuzeyinde en iyi ihtimalle 135 bin Kıbrıslı Türk olduğu düşünülürken, toplam nüfusun 800 ile bir milyon olduğu konuşulmaktadır. 2008 yılında, Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası’nın yaptığı bir araştırmada öğrencilerin sadece %34’unun anne ve babasının Kıbrıslı Türk olduğu %1 civarında 3. Ülke vatandaşı ailelerin çocukları ve %65 TC vatandaşı insanların çocuklarının okullarda okuduğunu ortaya çıkmıştır.
Demografinin bilinçli olarak değiştirildiği, Avrupa Konseyi’nin 1992 yılında İspanyol parlamenter Alfons Cuco’ya hazırlattığı çalışma ile raporlanmıştır:
Değiştirilen demografik yapı ve dağıtılan vatandaşlıklar nedeni ile seçimler bir tiyatroya dönüşmüştür. Türkiye’nin istemediği hiçbir kimsenin demokratik seçim yolu ile seçim kazanması imkânsız hale getirilmiş, hepsinden önemlisi Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesi gasp edilmiştir. Yıllara göre seçmen sayısı aşağıda gösterildiği gibidir:
2023 yılında Türkiye’deki seçimlerde oy kullanan ve kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sayısı 140,111 olarak açıklanmıştır.
Bu gerçekler ışığında kuzey Kıbrıs, XXI. Yüzyıl sömürgeciliğine en güzel örnek olarak gösterilebilir