Ressam İrfan Ertel, Didim Cemevi’nde gündüz misafiri olarak ağırlanmakta olan depremzedelerin çocuklarının, kendi alçakgönüllü deyimiyle, karınca kararınca, geçirmekte oldukları büyük travmayı biraz olsun hafifletmek, küçük yaşta göğüslemek zorunda bırakıldıkları korunmasızlık kaygısını biraz olsun gidermek amacıyla çırpınıyor. Kendisi, deprem bölgesine ilk saatlerde ulaşarak gücü oranında felakete müdahale eden, Türkiye Komünist Partisi’nin bir üyesi ve Didim’e sığınan depremzedelere destek olma konusunda hiçbir tereddüt geçirmeden derhal kolları sıvayan bir vatandaş; partisinin doğal bir görev olarak deprem bölgelerinde yürüttüğü gönüllü çalışmaların bir uzantısı olup yaşadığı ilçede üzerine düşen sorumluluğu yerine getiriyor. Hafta içi her gün, Didim Cemevi bahçesinde kurulan bir çadırda, her yaştan çocuğa, fiziken büyüyüp de hâlâ çocuk yüreğinin ateşini kaybetmemiş depremzedeye suluboya, kuru boya resim yaptırıyor. Haftada bir gün de, cumartesileri, herkese Cemevi’nin toplantı salonunda çizgi film gösterimi yapıyor, çocuklara film üzerine sorular soruyor, filmi anlattırıyor.
İrfan Ertel resim yapmanın, genelde güzel sanatların insan ruhunu dinginleştirici işlevine inanıyor; elbette kendi kişisel tecrübesiyle güçlenen bir inanç bu. Zaman zaman sayıları 30’lara ulaşan, sürekli soru soran, boya isteyen, bitirdiği resmi getirip gösteren “resim çadırı”ndaki ilkokul öncesi çocuklardan fırsat buldukça sorularımıza cevap vermeye çalışıyor:
Celil Denktaş: Siz resim yapmayı temel bir uğraş olarak geliştirdiniz, kendinizi, düşüncelerinizi bu şekilde anlatmayı seçtiniz. Ayrıca bu seçiminizi politik mücadele alanında da ustaca kullanıyorsunuz. Peki sizce, resim yapmayı hayatının merkezine koymamış biri için resim yapmanın, ya da genelde, “güzel sanatlar”la ilgilenmenin nasıl bir anlamı olabilir?
İrfan Ertel: Çocukluğumda ne zaman üzülsem, sıkılsam ya resim yapamaya ya da türkülere sığınırdım. Bu kendiliğinden gelişen bir tavırdı, bilinçli bir tercih değildi. Ne zaman ki, Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenciyken, Anatomi hocamız bir gün, “Bugün bir gezi yapacağız, sizi çok özel bir yere götüreceğim,” dedi, o zaman bunun ne denli isabetli bir çözüm olduğunu anladım. Hocamızın götürdüğü “çok özel yer”, Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi idi. Orada hatırı sayılır miktarda hastanın gayet güzel düzenlenmiş bir atölye ortamında resim yapmaya çalıştıklarına tanık olduk. Kendilerinden geçmiş bir halde ve mutlu bir şekilde son derece yetkin işler üretmekteydiler. Hiç unutmuyorum, bize mihmandarlık eden doktor, “Sanat işimizi öyle kolaylaştırıyor ki, sormayın. Son derece huzursuz ve gergin hastalarımız bile buranın eşiğinden içeri adım atar atmaz başka birisi olup çıkıyor”, demişti. Sonraları ben de bu yöntemi arkadaşlarım ve dostlarımın çocuklarının sorunlarını çözmede zaman, zaman kullanmıştım. Ayrıca, gönüllülük temelinde, bazı kültür merkezlerinde resim atölyeleri yürüttüm. Gelenler mutlu oluyorlar, bu da beni mutlu ediyordu.
C.D.:Tabii bugünkü çalışma sözünü ettiğiniz deneyimlerinizi oldukça aşıyor. Peki böylesi bir deneyimi daha önce yaşamış mıydınız, buna hazırlıklı mıydınız?
İ.E.: Aynı ölçekte olmasa da, evet yaşadım. En somutu, 1999 Marmara depremi sonrası olmuştu. Daha önce, Almanya’da öğretmenlik yapan Mete Atay isimli bir dostumun kitaplarını resimlemiştim. Deprem olunca ona telefon ettim, “Meteciğim herkes deprem bölgesine giysi, gıda vb. gönderiyor. Sence ben daha nitel ne yapabilirim?”, diye sordum. O da, “Ağabey sen bence kimsenin yapamadığı harika bir iş yapabilirsin. Burada sorunlu çocukların tedavisinde kullanılan, psikologların desteğiyle çizerlerin yaptığı, Mandala denilen boyama kitapları var. Ben sana bunlardan göndereyim, sen yerelleştirerek, kendine özgü yenilerini yap ve onları depremzede çocuklara gönder”, demişti. Ve hemen kitapları gönderdi bana.12 adet çizim yaptım. Bir kağıtçı dostum, 200 gramlık resim kağıdı sağladı ve yine bir matbaacı dostum bunlardan, 160 000 adet bastı. Yazarlar Sendikası’nın o zamanki başkanı da yakın arkadaşımdı. Onu da bu gönüllü çalışma konusunda bilgilendirmiştim, o da gidip bir kalem fabrikasından koli koli boya kalemi temin etti. Bir minibüs ayarlayıp bunları depremzede çocukların bulunduğu okulları tek tek dolaşarak dağıttık. Daha sonra geriye dönüşlerden ne denli isabetli bir iş yaptığımızı anladık.
C.D.: O geriye dönüşlerden aklınızda kalan bir anı var mı?
İ.E.: Evet, şöyle: Bir gün bir kadın öğretmen ağlayarak beni aradı. “Size ne kadar teşekkür etsek az. Anne ve babasını çöken evlerinde yitiren bir kızımız asla konuşmuyordu. Boyarken konuşmaya başladı, sizinle paylaşayım istedim”, dediğini hatırlıyorum. Bu boyama resimlerinin odaklanma ve sabır sorununu da çözdüğüne defalarca tanık olmuştum. Daha sonra, Küba’ya giden yayıncı dostlarım kitapçık olarak bunları götürmek istediler. Resimleri derleyip 34 sayfalık bir kitap haline getirdim. Bunu basıp oradaki okullara hediye olarak götürdüler. Malum, Amerika’nın 65 yıldır inatla uyguladığı abluka nedeniyle Küba’da pek çok şeyin yanı sıra ciddi kağıt sıkıntısı çekiliyor. Yani bu çalışma orada da işe yaramıştı. Sonuçta, o gün bu gündür bu malzemeyi tanıdığım bütün çocuklara hediye ediyordum.
C.D.: Gelelim buradaki çalışmalarınıza. Nasıl katıldınız, nasıl bir program uyguluyorsunuz?
İ.E.: 6 Şubat depremi sonrası yaşamakta olduğum Didim’e 5000 kadar depremzede geldiğinin duyumunu alınca onlara yemek verilen, Didim Cemevi’ne gittim. Bu resimleri çocuklara dağıtmak istediğimi söyledim. Daha da güzel bir gelişme oldu, büyükçe bir çadırda 30-40 kadar çocuğa resim yaptırmaya başladım. Resim yaparken sorunlarını unutup renklere sığınan çocukların neşesine tanık olmak çok keyifli anlar yaşatıyor bizlere. Anne babalardan çok iyi geri dönüşler alıyoruz. Birçoğu, “Çocuklarımızın karamsarlıktan uzaklaşmasında bu çalışma çok etkili oluyor”, diyorlar. Bir dizi masa etrafında oturan çocuklar hep birlikte, neşe içinde saatlerce resim yapıyor. Yemek yemeyi bile boş verip, erkenden gelerek resme başlamak isteyenleri şaka yollu, “Yemek yemeyene malzeme vermiyoruz”, diye geri göndermek durumunda kalıyoruz. Anne baba çağırmasa kendiliklerinden çalışmayı bırakmaları mümkün değil gibi. Nevruz günü, Cemevi yönetiminin tatil kararı nedeniyle çalışmaya ara vermiştik, ertesi gün, “Dün niye gelmedin?”, diye hesap soran sorana. Meğer kutlamadan sonra yine koşup çadıra gelmişler, yani burada olduğumuzdan eminler, tabii hayal kırıklığı geçirmişler… Çadırın brandalarını tutan direklerin arasına ipler gerdik ve çocukların yaptığı tüm resimleri hiçbir ayrım yapmadan bu iplere asıyoruz, işte gördüğünüz gibi… Her resmin bir köşesinde ressamının adı yazılı. Ailelerini, arkadaşlarını getirip övünçle yaptıkları resimleri gösteriyorlar. Kolektif aksiyonla üretmenin, sihirli iyi edici gücü ete kemiğe bürünüyor. Kendilerine güvenleri artıyor. Buna edilgen değil, etken olabilmenin olumlanması da diyebiliriz bence. Mutlulukları gerçekten görülmeye değer, bu iş bizi de belli ölçülerde onardı sanırım. Son zamanlarda yetişkinler de özenip resim yapmaya başladı. Çocukların iyimserliği, neşesi, cesareti onlara da geçiyor haliyle. Bakıyoruz, gün boyu ellerinden düşürmedikleri cep telefonlarını bir yana bırakıp kağıt, boya isteme kuyruğuna giriyorlar, yaptıkları resimleri çocuklarına beğendirmeye çalışıyorlar. İçlerini dökmenin, birazcık olsun ruhlarını rahatlatmanın daha etkili bir yolunu keşfetmiş gibiler…
C.D.: Evet, öyle gözüküyor. Sizi daha fazla bu güzel ve çok değerli uğraşınızdan alıkoymayalım. Kutluyoruz ve bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.
İ.E.: Ben teşekkür ederim. Umalım ki, sanatın bu önemli işlevi daha da yaygınlaştırılsın.