Ajay Lachhman
İnsan Hakları Aktivisti – Mauritius
Dr. Avinash Oojorah
Akademisyen – Mauritius
1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Afrika ve Asya’daki Avrupa sömürgelerinin bağımsızlığı için bir katalizör görevi gördüğü yaygın olarak kabul edilmektedir. İnsan hakları, herkesin insan olması nedeniyle sahip olduğu haklardır. Bu haklar, sosyal ve ekonomik ihtiyaçların yanı sıra sivil ve siyasi özgürlüklere saygı gösterilmesi ve bunların sağlanması gibi hakları da içerir. İnsan hakları ilkeleri, 1945’ten sonra ve Soğuk Savaş’ın başlangıcından bu yana dekolonizasyon dalgasının ve bağımsızlık çabalarının arkasındaki itici güçlerden biri olarak görülmektedir. Bu noktada, bağımsızlıklarını daha erken kazanan ülkelerin (Hindistan ve Pakistan gibi sömürgecilikten daha erken kurtulan ülkeler) insan hakları belgelerinin şekillendirilmesinde oynadıkları rolü göz ardı etmemek gerekir. Söz konusu olan sadece Batı’ya ait bir mesele değildi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan dekolonizasyon süreci, çok kısa bir zaman dilimi içinde pek çok ülkeyi siyasi olarak özgürleştiren çarpıcı bir süreç olmuştur. Batılı ülkelerin insan hakları gibi muazzam söylemler yoluyla savaş sonrasında iyimser bir hava yaratma isteğiyle teşvik edilen sömürgeler, bağımsızlık için dayanak olarak kullanabilecekleri bir ideoloji bulmuşlardı. Bu konsept gerçekten de ilerici ve özgürleştiriciydi. İnsan hakları, anti-kolonyalizmin temel dayanaklarından biri haline geldi ve bu sayede Avrupalı güçlerin kolonyal varlıklarını ellerinde tutmaları mümkün görünmüyordu. Post-kolonyal Afrika ve Asya ülkelerinin pek çok lideri insan hakları ilkeleri üzerine yemin etmiştir.
Ancak, yeni egemen devletlerin insan hakları ilkelerine bağlı kalıp kalmadıkları oldukça tartışmalıdır. İnsan hakları acaba yeni siyasi projelerin bir parçası mıydı yoksa bağımsızlık mücadelesi verenler ve eski sömürgeleri kontrol etmek için daha sonra neo-kolonyalist planları yönetecek olanlar tarafından ara sıra başvurulan bir stratejik araç olarak mı kullanılıyordu? Post-kolonyal devletlerin liderlerinin insan hakları ile çelişkili bir ilişki içinde oldukları ileri sürülmüştür. İlkeler bu liderlerin görüşlerine uygun olduğunda kullanılmıştır. İnsan hakları, bilhassa eski sömürgelerin, eski sömürgeci efendilerini insan hakları ilkelerine gerçekten saygı göstermeye davet ettikleri uluslarüstü düzeylerde faydalı bir konsept olmuştur.
Ayrıca, günümüzde devletlerin egemenliği ile insan hakları arasında bir gerilim durumu olduğu hissedilmektedir. Egemenlik, bir devletin sınırları içerisinde mutlak surette hareket etme yetkisini ifade eder. Öte yandan insan hakları, bir devletin kendi vatandaşlarına nasıl davranabileceğine dair sınırlar koymaktadır. Dolayısıyla, egemenlik ve insan hakları birbirini dışlayan kavramlar gibi görünmektedir. Bu bakış açısı, insan haklarının bu egemen devletlerin kuruluşunda oynadığı rolü büyük ölçü de küçü msemektedir. Devletler aslında insan haklarının teminatı olarak görülmelidir. Yukarıdaki görüşün, yani devletlerin insan haklarının teminatı olması gerektiği görüşü nün, Batılı güçlerin eski sömürgelerinin içişlerine müdahale etmeleri için bir bahane haline gelmesi ilginçtir. Bu tür müdahaleler, askeri faaliyetleri, ekonomik yaptırımları ve Batı yanlısı politikacıların siyasal olarak desteklenmesini içermektedir. Bu durum, insan hakları ile bağlantılı olan kendi kaderini tayin etme fikrine ters düşmektedir.
İnsan hakları ve dekolonizasyon arasındaki ilişkinin basit olmadığı açıktır. Hatta bazı akademisyenler tarafından insan hakları kavramının kolonyal kökenlerini göz ardı etmememiz gerektiği savunulmuştur. Post-kolonyal toplumlarda Batılı ideolojilerin varlığına işaret edilmektedir. Ayrıca gerçek bir dekolonizasyonun, sömürgeciliğin arkasındaki temel itici güçlerden biri olan kapitalizmin de dahil olduğu sömürgeci sosyoekonomik düzenlemelerin ortadan kaldırılması anlamına geleceği savunulmaktadır.
Öncelikle, gerçek ve etkin bir insan hakları, diğerlerinin yanı sıra kaynakların ve ortak varlıkların yeniden dağıtılmasını ve ekolojik adaleti desteklemelidir. İkinci bir eylem planı, Batı ideolojisinde yer alan devlet hegemonyası üzerinde düşü nmek olabilir. Nitekim, devletler zaman zaman insanların çoğulcu doğasını görmezden gelmekte ve insanların haklarını yadsıyan tek tip kültürel uygulamaları ve özellikleri teşvik etmektedir. Son olarak, insan, insan hakları fikrinin merkezinde yer almaktadır. Hümanizmin bu biçimi insan olmayan aktörleri (hayvanlar ve biyolojik çeşitlilik gibi) dışlar ve bu mantığa göre onların hiçbir hakkı yoktur.
Sonuç olarak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi doğru yönde atılmış bir adımdır. Bununla birlikte, daha fazla iyileştirme yapılması ve ihmal edilenlerin haklarının da dahil edilmesi için pek çok açık kapı bırakmıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kültürel görecelilikle itham edilmesinin nedeni bu olabilir. Bildirge, Batı’nın dünyanın geri kalanı karşısında giderek zayıflayan hegemonyasını sürdürmeye yönelik görkemli bir söylem olarak görülmüştür. Ancak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin daha da geliştirilmesi için bırakılan açıklıkları daha iyi bir dünya için bir fırsat olarak görmek daha olumlu olacaktır. İlginç bir şekilde, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi insan onurunu korumak ve geliştirmek için hazırlanmış ilk prensipler dizisi değildir. Bu konuda Hinduların Dharma ve İslam’ın Ümmet kavramlarını da göz önünde bulundurabiliriz. Dharma, bireyin bir bütünün, yani kozmosun bir parçası olduğu fikrini içerir. Bu bağlamda, doğa gibi unsurların da hakları vardır; bu Batılı insan hakları söyleminde yer almaz. Benzer şekilde, Ümmet de insan hakları kapsamında ele alınmayan sosyal dayanışmadan bahseder. Sonuç olarak, gerçek anlamda eksiksiz bir insan hakları sözleşmesine ulaşmak için insan hakları aktivistlerinin yapması gereken daha çok iş vardır.
Referanslar
Barreto, J. M. (2014). Epistemologies of the South and
human rights: Santos and the quest for global and cognitive
justice. Ind. J. Global Legal Stud., 21, 395.
Eckel, J. (2010). Human rights and decolonization: new
perspectives and open questions. Humanity:
An International Journal of Human Rights, Humanitarianism,
and Development, 1(1), 111-135.
Reus-Smit, C. (2001). Human rights and the social construction
of sovereignty. Review of international studies, 27(4),
519-538.