Federal Almanya’da biraz daha sıkıştırılırsa, refah şovenizminin kanatlarında ve bir dış çatışmayı bahane olarak kullanan güçler, Rus avına çıkabilecek. Bugün olmazsa, yarın mı? Eğer Ukrayna daha fazla yanarsa ve sorunları silahla çözme ısrarı çıkmaza girerse, bunun hiç olmayacağını kimse iddia edemez.
Batı metropollerindeki ışıklı illüzyonlara “refah rejimi”, bu rejimin bekçilerine ve propagandistlerine de “refah şovenistleri” diyebiliriz.
Peki, refah tehlikeye düşerse, onun bekçileri, yani “refah şovenistleri” ne yapar? Metropollerin neonları, azgelişmişlerin sırtından yanmaz olursa, enflasyon bütün birikimleri ve ücretleri yemeye başlarsa, bundan kimler ve hangi gerekçelerle sorumlu tutulur? Örneğin, Batı refahının Ukrayna’da Rus silahlarıyla tehlikeye düştüğünü görünce, pısıp geri mi gider, yoksa bir karşı atağa mı geçer?
Rusya’ya veya bugünlerde “başşeytan” ilan edilen, en azından ana akım medyada korkunç bir saldırı altındaki Putin’e, ters yöndeki tüm propagandaya rağmen olumlu bakan insanlar hedefe mi girer? Rus avı mı başlar? Almanya’da Rusça konuşan insan sayısının 3 ila 6 milyon arasında değiştiği belirtiliyor birçok kaynakta. Az bir rakam değil bu.
Rus avı hiç gerçekleşmeyebilir de. Ama nazizm yıllarından miras, onunla örtüşen bir Alman ırkçılığının, böyle bir sürek avına “klasik yönsemelerle” cüret edeceğini doğrusu söyleyemeyiz. Başka bahaneler gerekiyor, çünkü 1930’lardan çok başka bir toplumsalküresel ortamdayız. Rus düşmanlığı, ki farklı koşullarda bir süre sonra, eğer dağların ardında halklar birbirini kırmaya başlarsa, bir Türk düşmanlığına da evrilebilir, geleneksel Alman ırkçılığından kaynaklanmıyor artık. Bir Batı ve onun “mükemmel demokrasisi” üzerinde yükselen refah şovenizminden kaynaklanıyor. “Demokrasi şovenizmi” de diyebiliriz.
Bir türlü tanımlanamayan, ama var olduğu sanılan demokratik Batı değerlerine itibar etmeyen siyasi birimleri, devletleri rötuşlamak gerekiyorsa eğer, bunu artık demokratik bir ırkçılıkla yapabilirsiniz. Bu kavramda ırkçılık kavramı, eski kan ve etnik-kültürel bağımlılıkları yitirmiştir. Emek sömürüsü üzerinde yükselen bir servetle ilintilidir demokratizm vurgusu. Yani “etnik delirium”dan kaynaklanan ırklar ve ırkçı bakıştan falan değil, Batı metropollerinin ekonomik başarılarını kabul etmeyenlerin barbarlığından yardım alabilirsiniz. Onları yaşanan çıkmazdan sorumlu sayabilirsiniz. Acımasız ırkçı, her âlemde var. Ya âlemler değişmişse? Her âlemin ırkçısı farklı olmaz mı? Haksızlık yapanlar kadar haksızlığa uğrayanlarda da barbar eksik değildir. Gerekirse, bulunur.
Federal Almanya’dayız: Eğer Ukrayna savaşı nedeniyle birden yayılmaya başlayan Rus tedirginliği, böyle devam eder ve düşmanlık halini alırsa, kısa bir süre sonra başka azınlıkları da objektifine takabilir. Onlara yönelebilir. İslamcı katillerin bahane ilan edilmesiyle, Müslüman ülkelerden veya kültürlerden kaynaklanan, Batı dünyasını da çeşitli ölçülerde eleştirme talihsizliğine bulaşan insanların, hedef tahtasına oturtulduğunu biliyoruz. Dün Yahudilere yapılan, yarın Müslümanlara veya Ortodokslara neden yapılmasın? Günah keçisi yaratmak çok kolay…
Batı dünyası, Avrupa başta olmak üzere, kendi ekonomik sistemini sorgulayan her devlet yapılanmasını törpülemekle yükümlü hissediyor kendisini. Bu nedenle NATO’nun dış dünyada bir savaş makinesi olarak görüldüğü gerçeğini kabullenmek istemiyorlar. Kuşkusu olanların kuşkularını gidermek, bir kısmını yemlemek, bir türlü ikna olmayanları da çeşitli yollarla tehdit ederek hizaya sokmak (“Gleichschaltung”) mümkün; böyle düşünenler var. Her durumda, Batı değerlerinin kendilerinin sırtından yaratılan bir sahte cennet olduğunu iddia eden “dışarlıklıları” ve onların yoksul çocuklarını, doğrusu metropollerde de zor günler bekliyor.
Rusya’nın, yakınlarda ve savaş böyle giderse, Almanya ve Avrupa’da bir Rus avı tetiklemesi mümkün. Fakat Ukrayna bir yanıt gibi duruyor. Belki de Rusya’daki rejim, Batı dünyasına “Biz Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye vs. değiliz” diyor. Belki de Putin “Ben Miloşeviç, Saddam, Kaddafi veya Beşşar Esad değilim” demek istiyor. Bilemiyoruz. Ama bu tür tepkileri düşünmek bile, demokrasilerde aforoz edilmek için yeterli görünüyor. Bu yolda iddialar yok değil. Ayrıca dış politika ile iç politika birbiriyle çelişemez. Dışarıda ilan edilen düşmanlarla onların içerideki izdüşümleri, akrabaları vs. er ya da geç düşman olarak takibata maruz kalacaktır.
Peki, ışıl ışıl metropollerde enerji bulunamaz ve bulunan enerji de cep yakar olursa, tam bir sağcı siyaset adamı kimliğine bürünen Yeşil politikacı ve Başbakan Yardımcısı Robert Habeck’in deyimiyle, “sosyal barış tehlikeye düşer” mi? Düşerse, insan insanın kurdu halini almaz mı? Batı değerleri, bir anda tersine dönmez mi?
Refah şovenizmi, klasik Alman ırkçılığından çok farklı bir format. Batı demokrasisi denilen, bir türlü tanımlanamayan bir “gelişkinlikten ve parlaklıktan” doğuyor. Batı demokrasisi, zenginliğinin kaynağını vermeksizin, kendi değerlerini her yere dağıtmak, şubeler açmak, bu şubeleri de kendi kadroları üzerinden denetlemek istiyor. Şube dediğimiz yerler devlettir. İyi de, olmuyor. Yoksullar, zengin Avrupa’nın birkaç metropolünü beslemek istemiyor.
Her yıl bir öncekinden daha tehlikeli saldırılara sahne oluyor. Federal Almanya siyaset sınıfı, Yugoslavya’ya benzemeyi reddeden Rusya ile Miloşeviç ya da Saddam veya Beşar Esad muamelesi görmeyi reddeden bir Rus politikacısını şeytan ilan edebilir, ki o yolda ilerleniyor, o zaman bu çıkışın altını bir şeyle doldurmak gerekir: Kimsenin anlatamadığı “Batılı değerler”. Herhalde çok partili rejim demek istiyorlar. İyi de bu rejim ne menem bir şey ki böyle, insanlarını aç, devletlerini yaşayamaz kılıyor ve ülke yönetimini de Batı’daki dev oligarkların (eskiler “monopol” derdi) oyuncağı veya yemi haline getiriyor.
Kuşku duyan ve düşman olarak propaganda edilenlerin hiç de anlatıldığı gibi olmadığını düşünen göçmenler, mesela Ruslar, böyle bir ortamda ilk suçlanacak ve sırtına binilecek topluluktur. Bu topluluk içinde de en çok göze çarpanlar… Türkiye kökenli insanlar… Bugün Rus Ortodokslar suçlu ilan edilirse, onları Müslümanların izleyeceğini söylemek, kâhinlik falan değil. Metropoller ve biçimlendirdiği insan tipi, kendi yaşam ve üretim biçimini korumak için böyle saldırılara mecbur olduğunu hissederse, “Batı refahını ve o refahın siyasi rejimini koruyup yaymak” adına her türlü sertleşmeyi ciddiye alabilir.
Yeni bir faşizm bu. Kapitalizmin böyle marifetleri var…
Faşizm, faşizmin kurdudur.
Demek ki, tedirgin olmak için yeterince nedenimiz var. Refah toplumları, demokrasileri, tam bir çıkmazda. Eşitlikçiliği ve merkezi planlamayı temel alan ülkelerin izleri ise yaşlı kıtadan silinmiş durumda. Hatta Almanya, Oskar Lafontaine Sol Parti’den istifa ettiğinden beri, sosyal demokrasiyi tamamen kusmuş görünüyor.
Böyle bir ortamda her türlü gerici tepkiyi beklemek zorundayız. Rus avı da Müslüman avı da mümkün olabilir. Her şey mümkün… Yangın yıllarındayız, yangın yollarındayız, hep söylüyorduk. Şimdi az bile söylediğimiz anlaşılıyor.
En azından hep birlikte, medyanın klasik tanımıyla by-pass edildiğini, demokrasinin hiç de öyle herkesin istediğini her ortamda söyleyebileceği bir rejim olmadığını görüyoruz. İyi de, neden?