Rosa Cañadell | Itaca Eleştirel Eğitim Semineri Üyesi – İspanya
1. Giriş
Son on yıl içerisinde, kamusal eğitim sistemimize karşı ciddi bir saldırıya tanıklık ediyoruz. Planları uzun zaman önce yapılan bu saldırı, kriz bahane edilerek hızlı bir şekilde, her seferinde daha fazla genele yayılarak ve derinleşerek uygulamaya konuluyor. Burada söz konusu olan, neoliberalizm ve onun destekçileri olan bankalar, uluslararası şirketler ve finans şirketleri tarafından eğitim hakkının gasp edilmesidir.
Neoliberalizm, sadece sermayenin her defasında daha az elde toplandığı, yoksulluğun ve eşitsizliğin arttığı bir sistem olarak görülmemelidir, zira neoliberalizm Christian Laval’ın da belirttiği üzere: „öznelliğin yeniden modellenmesidir, bu modellemede her birey genelleştirilmiş bir rekabet evreninde yaşamaya „zorlanır“, sosyal ilişkilerini pazar modeline uygun olarak düzenler ve hatta kendisini dönüştürülerek bir şirkete, girişimciye indirger”.[1] Bu bağlamda, eğitimin korunması büyük öneme sahiptir.
Eğitim ve küreselleşme
Neoliberal küreselleşme, kapitalizmin bölge ve sektör olarak genişlemesinde kendini gösterir, bu genişleme artık eğitim alanının sınırlarına dayanmış ve eğitimin uzun yıllar boyunca sahip olduğu anlam ve hedeflerin değiştirilmesini amaçlar hale getirmiştir: burada söz konusu olan, eğitimin “bir kamu hizmeti, her bir yurttaş için temel bir hak olarak görülmesi, her çocuğa ve gence bütünsel bir eğitim sunulması“ fikrinden uzaklaşılarak, “eğitimin ekonominin hizmetine sunulması, evrensel bir hak olarak görülmemesi, aksine, kişisel bir yatırım olarak tanımlanması” yönünde bir planlamadır. Bu yeni eğitim konsepti çift yönlüdür: bir yönde, yaklaşık iki trilyon avro olarak hesaplanan bir eğitim pazarını özel şirketlerin ticari faaliyetine açmak, diğer yönde ise pazar faaliyetlerine uygun bireyler yetiştirmeyi amaçlayan, şirketlerin faydasına bir eğitim hizmeti sunmak bulunmaktadır.
Bu yeni aşmanın bir diğer özelliği, uluslararası kuruluşların eğitim alanına her zaman daha fazla yatırım yapmasıdır: eğitim pazarının açılması ve bu hizmetin liberalleştirilmesi DTÖ aracılığıyla destekleniyor. Dünya Bankası, eğitim merkezlerinin özelleştirilmesini ve şirket gibi yönetilmesini, okullar arasında rekabetçiliği, bazı „temel yeterliliklerin“ dayatılmasını “tavsiye ediyor“, bu şekilde eğitimin içeriğinin dünya çapında yönlendirilmesini, ticari pozisyonların ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesini, eğitime ayrılan kamu harcamalarının azaltılmasını ve bireysel finansmanın arttırılmasını (bütün yatırımlar gibi, eğitim için de para harcanmasını) ve etkinlik durumunu eğitime yapılan harcamalara bağlı hale getiren eğitim sistemlerinin oluşturulmasını hedefliyor.
Ekonominin hizmetinde eğitim politikaları OECD tarafından da yaygınlaştırılıyor; dünyanın bütün ülkelerinden gençleri aynı testlerle değerlendirmeyi deneyen ve bu testlerin ardından her bir ülkenin „eğitim kalitesi“ hakkında bir liste hazırlayan meşhur PISA göstergeleri bunun en temel örneğini oluşturmaktadır. Aslında, PISA raporlarının sonuç sıralaması kalitenin ne olduğunu söylemenin yanı sıra, dolaylı olarak, ülkelerin sıralamada daha iyi yerler kapmak için PISA tarafından değerlendirilecek olan bilgileri dayatması yoluyla eğitimin içeriğini de yönlendirmektedir.
Son olarak, 70’li yıllardan bu yana eşit haklar sağlamanın bir aracı olarak anlaşılan, eğitimi destekleyen eğitim bakanları tarafından oluşturulmuş bir örgütlenme olan UNESCO’nun yönlendirmelerinin artık eski gücünü kaybettiği ve örgütün eskisi gibi etkili olmadığı söylenebilir.
Eğitim ve özelleştirme
Özelleştirme; eğitime karşı başlatılan bu kuşatmanın amaçlarından biridir. Bu amaçları iki farklı yönden okuyabiliriz: bir tarafta kamusal bütçenin azaltılması, diğer tarafta ise eğitim pazarının açılması bulunmaktadır.
Ülkemiz, her iki açıdan da iyi bir örnek teşkil ediyor. Eğitime ayrılan bütçe, utanç kaynağı oluşturabilecek limitlere kadar düşürülmüş bulunuyor. İspanya, Avrupa Birliği ülkeleri arasında, eğitime ayrılan kamusal bütçe bakımından 28 ülke arasında 23. sırada bulunuyor (%4,1), bu bağlamda Danimarka (%7), İsveç (%6,5), Belçika (%6,4), Finlandiya (%6,2) ve Portekiz (%6) gibi ülkelerin çok gerisinden gelmektedir.[2]
Kamusal bütçenin azaltılmasına ek olarak özelleştirme artmaktadır. Burada asıl amaçlanan, yaklaşık iki trilyon olarak hesaplanan eğitim pazarının özel şirketler tarafından bir ticaret alanına dönüştürülme çabasıdır. Bu durum, ülkemizde, kamunun parasıyla sübvanse edilen özel eğitim merkezlerinin desteklenmesiyle, artık özel şirketlerin eline geçmiş bulunan hizmetlerin (çocuk eğitimi, yemekhane, taşıma, temizlik, değerlendirme, yeni teknolojiler, vb.) aşamalı olarak özelleştirilmesi, kamu Üniversiteleri için gereken giderlerin artması ve her geçen gün daha fazla özel üniversitenin kurulmasıyla kendini gösteriyor.
Özel eğitim kurumlarının kamunun parasıyla sübvanse edilmesi (eğitim sözleşmeleri) konusunda ne belirli bir standart bulunuyor ne de kamu desteği alan bu özel kurumların, öğrenci seçimi, laik eğitim gibi yükümlülüklerini yerine getirmesi doğrultusunda etkin önlemler alınıyor.
Bu tür kurumlar, AB ülkeleri içerisinde istisna olmanın yanı sıra, farklı yönlerden de etki gösteriyorlar: kamu parasının özel çıkarlar için kullanılması; sadece ödeme yeterliliği olan ailelerin çocuklarının faydalanabilmesi nedeniyle öğrenci kabulünde sosyal sınıflara göre davranılması; özel eğitim kurumlarının sahip olduğu „ideoloji“ nedeniyle ideolojik ve politik kontrol bu etkilerin başında geliyor. Kamunun parasıyla faaliyet gösteren özel eğitim kurumlarının çoğunluğu dini kuruluşlara ait olduğundan, bu ideoloji ülkemizde büyük oranda dini temellere dayanıyor. 2014-15 eğitim yılında, bir buçuk milyonun üzerinde öğrenci bu kurumlara devam etti. İspanya’da, yaklaşık 4.000 özel eğitim kurumu bulunuyor, bunların %65’i Katolik bir ideolojiyle öğrencilerin %75’ine eğitim veriyor, bu kurumların kamuya oluşturduğu yük ise 4 milyar avro civarında bir paraya tekabül ediyor.[3]
Bu durum, eğitim için ailelerin harcaması gereken para miktarını arttırıyor, bunun bir sonucu olarak, fırsat eşitliğinin sağlanması zorlaşıyor ve eğitim özel sermayenin faydası için hizmet eden bir ürüne dönüştürülerek, daha fazla olanağa sahip sınıfların tekeli haline getiriliyor.
Sonuç olarak, özelleştirmenin artması; eğitim kurumları arasında eşitsizliği de arttırıyor, eğitimi ticarileştiriyor ve ekonomik ve sosyal gücü daha düşük aileler için daha kötü bir eğitim olarak kendini gösteriyor. Buna bağlı olarak, eğitim, sosyal uyumun ve fırsat eşitliğinin bir bileşeni olmak yerine sosyal farklılıkları konsolide eden ve geliştiren bir bileşen haline bürünüyor.
Rosa Cañadell Psikoloji Lisansı. Öğretmen. USTEC · STEs sendikası eski sözcüsü. ILP D’EDUCACIÓ destek grubu üyesi.
SIEC (Itaca Eleştirel Eğitim Semineri) üyesi
[1] Laval, Ch. ve Dardot, P. (2013). Dünyanın yeni aklı Neoliberal toplum üzerine deneme Barselona: Gedisa 2013
[2]Cristina Fallarás: “Eril bir eğitim için 4 milyar avro üzerinde kamusal harcama” El Periódico, 24.1.2018
[3]Cristina Fallarás: “Eril bir eğitim için 4 milyar avro üzerinde kamusal harcama” El Periódico, 24.1.2018 (http://m.publico. es/espana/2028645/mas-de-4000-millones-publicos-parala-educacion-en-el-machismo/amp?_twitteimpression=true)