Ord. Prof. Dr. Michele Borrelli | Calabria Üniversitesi – İtalya
Egemenlikçi-popülist düşünce, hangi strateji ile demokrasinin sonunu hazırlar? Savaşılacak düşmanlar yaratmaya ve olağan konuşma üslubunu nefret ve aşağılama dolu bir tarza dönüştürmeye dayalı bir strateji ile. Bu zaman isteyen bir süreçtir; bu durumu iyi bilen Yahudi düşmanı Goebbels, şu cümleyi kullanmıştır: “bugün kötüle, yarın kötüle, en sonunda bir şeyler kalır”. Savaşılacak düşmanlar kimler? İtalyan egemenlikçilerin düşmanları Avrupa ve göçmenler. Eğer savaşılacak düşmanlar bunlar ise, arzu edilen etkinin elde edilmesi için sürekli olarak Avrupa ve göçmenler hakkında kötü konuşmak, güvenliğin ihtiyacından, istilalardan ve ırza geçmelerden bahsetmek gerek. Nitekim egemenlikçilere göre İtalya (Belpaese = Güzel Ülke), Avrupa’nın kısıtlamaları olmadan daha iyi, hatta mükemmel olabilir: belki de refah ve mutluluk seviyesi açısından dünya lideri haline gelebilir. Ama sonra, İtalya’yı ve İtalyanları sahip olmadıkları paraları harcamaktan men eden, (Avrupa’nın en yükseği olan) kamu borçlanmasının keyfe keder bir şekilde daha da artmasına, parası olmadığını iddia edene para hediye edilmesine izin vermeyen, özellikle de zenginlerin vergi yükünün (Salvini’nin Flat Tax projesi) azaltılmasını, böylelikle bu kişilerin daha fazla yatırım (varsayım) yapmak sureti ile daha fazla istihdam sağlamalarını (eğer bu etkin ve verimli bir ekonomik mantık ise) yasaklayan “bürokratların ve bankerlerin Avrupası” çıka geldi. Durum böyle olsa, en borçlu ülkelerden bir tanesi olan İtalya gibi ülkeler, borçlu oldukları için en zengin ve büyüme oranı en yüksek olan ülkeler olması gerekirdi, ancak kazın ayağı öyle değil. Bunun nedeni, daha fazla borç = daha fazla büyüme, daha fazla refah, daha fazla zenginlik eşitliğinin yanlış olmasıdır. Ancak sahtecilik, İtalya’nın egemen ülke olma haysiyetini, kendi evinde neyi yapıp yapamayacağı konusunda karar verme hakkını elinde alan AB’ye girişin, Fransız ve Alman çıkarlarının siyasi ağlarına kapılmasının sonucunda İtalya’nın başına gelen felaketten bahsedilmesine imkân vermeye devam etmesi nedeni ile egemenlikçi-popülist ideoloji için önemlidir. İtalyanların çıkarlarını savunduğunu iddia eden İçişleri Bakanı Salvini’nin ifadesi ile (Merkel ve Macron’u kastederek) “bu Avrupalı lidercikler bize bir sömürge gibi davranabileceklerini düşünüyor”.
Egemenliği tehlikede olan ve Avrupa’-nın bürokratlarının-bankerlerinin idare ettiği İtalya, şimdi de insan tacirlerinin/teknecilerin/STK (sivil toplum kuruluşlarının) kaptanların idaresinde bulunan ve Afrika’dan gelen “deniz taksilerini” kullanan göçmenlerin istilasına bağlı “ciddi tehlike” ile yüz yüzeler. (Mussolini’nin faşist ve ırkçı propagandasında, beyaz kıza tecavüz eden Afrikalı insanlara dayalı senaryo kullanılmaktaydı). Salvini ve Meloni’ye göre bunlar insani amaçlı tekneler olmayıp (ki durum tersine işaret ediyor), suçluların arkadaşı olan, İtalya kara sularının ve limanlarının kurallarını ihlal etmeye hazır, İçişleri Bakanı Salvini’nin emirlerine itaat etmeyerek giriş yapmaya meyilli gemilerdir. Bir yandan Afrika kaynaklı istilanın, öte yandan öz benliğini engelleyerek kendi ulusal politikalarını uygulamasına izin vermeyen Avrupa’nın kuşatması altında bulunan İtalya senaryosu bağlamında, artık vatanı kurtaracak birisine ihtiyaç duyulduğu aşikârdır. Birisinin duruma el koymasının, bir Liderin, Bir Führerin İtalya’yı bu çifte tehlikeden kurtarmasının zamanı gelmiştir: (özellikle de zenci kökenli) istiladan ve İtalya’yı katı kuralları ile inleten Avrupa’dan. Egemenlikçi-popülist (başbakan yardımcısı ve Lega partisi lideri) Salvini, bu rolü, bu görevi, bu misyonu üstlenmesi gerektiğini hissediyor: İtalya’yı kendisini tehdit eden çifte tehlikeden kurtarmak için vatansever olmak, milliyetçi olmak, egemenlikçi olmak. Vatanın yeni kurtarıcısı Salvini, “limanların kapatılması” gerekliliğinde ısrar ederek haykırıyor: “ilk önce İtalyanlar”. Ve Melon de (Fratelli d’Italia) açıkça ekliyor: (Carola Rackete’nin) “STK’nu batırın”. İtalya istila edilirken savaş gemilerimiz niye hareketsiz kalıyor konusunu öne sürerek Melon, Afrika’dan gelen gemilere bir “set” çekilmesi gerektiği fikrinde ısrar ediyor. Egemenlikçi düşünceye göre (İtalyan) savaş gemilerinin görevi boğulmakta olan göçmenleri kurtarmak değil, milli sınırları korumaktır; tek amaçları insan ticaretini yürütmek ve İtalya’nın istikrarını bozmak olan “görünürde insani” amaçlı gemilerin “akınlarına” karşı koymalıdır.
Salvini ve Melon egemenlikçi
İtalya’nın yeni Mesihleri
Çifte tehlikeye dayanan hayal ürünü senaryolarının sonucu olarak, üslupta semantik dönüşüm meydana gelmektedir: sorumlu siyasi söylemden yerme ve nefret dolu söyleme. (Denizde tehlike söz konusu olduğunda insani bir mecburiyet olan) insan hayatlarını kurtarmak, egemenlikçi mantık çerçevesinde suça dönüşmektedir. Bu suçu da tutuklama (Salvini’nin Carola Rackete’nin tutuklanmasını istemesi) ve Salvini’nin “dur” ihtarına uymayan Sea-Watch’ın “batırılması” (Melon) ile cezalandırmak gerekir. “Suçlu”, “zengin komünist”, “zengin yasadışı şahıs” (İçişleri Bakanı Salvini’nin sözleri) Carola Rackete, siyah penis düşkünü olduğu için de birden fazla zencinin ırzına geçmesi gerektiği bir kişidir (bunlar, tutuklu olarak gemiden inen Carola’ya yönelik olarak bazı göstericilerin sözleridir). Carola bir “sürtük”, bir “fahişedir”. Bir Facebook grubunda “Bu piçi (Carola Rackete) ve PD mensuplarını vurun” diye yazıldı (Demokrat Partinin bir heyeti, göçmenler ile dayanışma adına Rackete’nin gemisine binmişti). Carola Rackete’nin Sea-Watch isimli geminin gece limana yanaşması ile ilgili olarak bir mali polis, şunları yazdı: “İtalya’nın ihtiyacı olan şey, düzen ve disiplini geri getirecek bir askeri darbedir”. Ve başka bir mali polis cevap veriyor: “Bu Nazi bozuntusunu ve PD’li arkadaşlarını öldürmek için ateş etmeleri gerekirdi”.
Son anketlere göre Salvini’nin Lega partisi %36’larda, Melon ise %7’lerdedir. Salvini’nin Lega Partisi ile Meloni’nin Fratelli d’Italia’sının toplamı, İtalyan seçmeninin ve Katoliklerin bir kısmının %40’ından fazlasının oyuna ulaşmaktadır. Papaz Bartolomeo Sorge, endişeli bir şekilde şu satırları yazmıştır: “1938 yılında Faşist yönetimin hayata geçirdiği ırkçı yasalar, Kilise tarafından da genel bir tepkisizlik ile karşılanmış, ancak yıllar sonra herkes tarafından reddedilmiştir; Ülkenin bir kısmı ve bazı iman sahibi kişiler tarafından takdir ile karşılanan Salvini’nin de önermiş olduğu yeni yasa tasarısı olan “Güvenlik iki” ile kapanma politikasının da gelecekte ne kadar insanlıktan uzak oldukları ortaya çıkacaktır. Çark böyle işler”. “Kapalı limanlar en az ırkçı yasalar kadar insanlıktan uzaktır” (Sorge). Eğer, (Euromedia Research’ın kurucusu ve yöneticisi Alessandra Ghisleri’nin belgelediği üzere) Katoliklerin büyük bir kısmı Salvini misyonunun yani “kurallara uyulması, sınırlarının korunması arzusunun” önemini keşfediyorsa, “bugün kötüle, yarın kötüle, en sonunda bir şeyler kalır” sorunu ciddi olmaktan çıkmış ve vahim boyutlara ulaşmıştır. Demokrasi risk altındadır. Bilhassa korkuya (yabancı, çingene, Roman, zenci korkusu) ve dolayısı ile daha fazla “güvenlik” ve “limanların kapatılması” arayışlarına dayanan egemenlikçi düşüncede, gençler arasındaki işsizlik (genç İtalyanların yaklaşık %40’ı işsizdir), ekonomik büyümedeki durgunluk, giderek artan kamu borçlanması, nüfusun giderek daha büyük kesimlerinin fakirleşmesi, emekli maaşlarını ödeyememe ve sağlık masraflarını karşılayamama riski vb. gibi İtalya’nın reel sorunlarının ciddi biçimde analiz edilmesine yer yoktur. İtalya’nın reel problemlerine cevap aramanın yerine, İtalya’daki egemenlikçi-popülist ideolojisinin etrafında döndüğü asıl sorun (Avrupa’nın yanı sıra), göçmenler, limanlara yanaşan gemilerdir; aslında veriler böyle bir sorunun var olmadığına işaret etmektedir[1] ancak Salvini ve Melon kendi seçmen tabanını kemikleştirmek için “ilk önce İtalyanlar” naraları atarak bunu sürekli gündeme getirmek ve abartmak zorundadır; nitekim eğer Carola Rackete’nin karaya çıkıp tutuklanmasının ardından gerçekleştirilen anketler doğru ise, İtalyanların %50’sinden fazlası İçişleri Bakanı Salvini’ye destek olmakta, tercihlerini ve siyasetlerini paylaşmaktadır.
Eğer artık bu rakamlar İtalyan kamuoyunun sadece bir kısmını ve arada bir ilgilendirse de, Ülkemizdeki demokratik ruhun zayıflaması göz ardı edilemeyecek seviyeye ulaşmıştır; sonuç olarak demokrasi ve ilkeleri, göçmenler ve Batı’nın asırlar boyunca mücadelesini verdiği hakların aynıları olan göçmen hakları ile birlikte dibe batmaktadır. Göçmenlerin tek isteği yaşama hakkı ile daha iyi yaşama hakkıdır; Batı da “ırklardan” bağımsız olarak herkes için geçerli olması gereken bu hakların kayıtsız şartsız savunulması gerektiğini ilan etmişti. Belki de, daha fazla geç kalmamak ve herkesin çok iyi bildiği ve duyduğu “bilmiyordum” lafı ile karşılaşmamak için, papaz Martin Miemoeller’in sözlerinin hatırlanmasında fayda vardır:
“İlk önce gelip çingeneleri alıp götürdüler ve ben memnun olmuştum çünkü çalıp çırpıyorlardı. Sonra gelip Yahudileri alıp götürdüler ve ben ağzımı açmadım çünkü onlara gıcıktım. Sonra gelip eşcinselleri alıp götürdüler ve ben rahatladım çünkü onları rahatsız edici buluyordum. Sonra gelip komünistleri alıp götürdüler ve bir şey demedim, çünkü komünist değildim. Sonra bir gün gelip beni alıp götürdüler ve buna karşı çıkacak kimse kalmamıştı”.
[1] 2019 yılının ilk altı ayında İtalya’da karaya çıkan toplam göçmen sayısı 3082’dir. STK’larının karaya çıkardığı kişi sayısı 297’dir. Gelişlerin çok büyük bir kısmı, tespit edilemeyen ufak çaplı tekneler ile gerçekleşmiştir. On göçmenden bir tanesini dahi karaya çıkarsalar insani kuruluşlar (SKT) daha görünürdür, çünkü egemenlikçi mantığa göre kaçırılmaması gereken kesin ve önemli bir hedeftir. O zaman görünür gemiler olan SKT ile savaşılmalı, bu savaş açık ve herkesin televizyonlardan ve gazetelerden takip edebileceği bir şekilde yürütülmelidir; bu savaş bir şov olmalı ve aşağıda isimleri geçen iki yeni misyonerin ve vatan kurtarıcısının çabalarını günlük hayata sokmalıdır: Salvini ve Melon