Fatma Yılmaz
Duisburg-Essen Üniversitesi Türkistik Bölümü Öğretmen Adayı
Herkes böyle tanımlasa da bir göçten daha fazlasıydı bizim için. Bavullarımız eşyadan çok umutla doluydu. Bu zamana kadar yaşadıklarımız, geride bıraktıklarımız, ve gitmek için yeterli olan hayallerimiz. Babam İzzet ve birçok baba için mutlu ve güvende olmak adına farklı bir seçenek. Daha doğrusu son şans. Biliyoruz nasıl bir his. Her şeyimizi geride bırakıp her defasında ayaklarımız geri gitse de, bırakmak zorunda oluşumuz. Babamdı ilk ayrılan, annem, ben ve kardeşlerim geride kalan. Aramızda olan mesafeden çok özlem. Ama en özeli sabretmek. Çok değil birkaç ay sonra biz de gitmek için hazırdık. Bir arada olmak her şeyden değerliydi, o yüzden fazla düşünmeden, hazırlıksız bir şekilde 1968 yılında ilk kez Almanya’ya yol aldık. Babam bu sırada Soest şehrinde Deutsche Bahn’da makinist olarak calışıp bizim düzenimizi kurmaya başlamıştı. Ama beklediğimiz gibi bu gidiş uzun süreli olmadı, okulda çıkan sorunlar, ani bir kararla tekrar anavatana dönmemize neden oldu. Bu ayrılık hiçbirimiz, ama özellikle annem tarafından hazmedilemedi. Bir değil, iki değil onu sürekli ağlarken yakalıyordum. Resimlere dalıp, arkalarına notlar yazıyordu. Niyeti, gurbette ailesinden uzak olan eşini teselli etmekti. Ama asıl teselliye ihtiyacı olan kendisiydi. O bizimle, yani dört erkek evladıyla başetmeye çalışırken, kocasına hasretti ve bunu hazmedemiyordu. Bundan ötürü 1970’in son aylarında son kez Samsun’a veda edip Almanya’ya göçümüzü başlattık. Bu sefer babam bizi Duisburg-Wedau şehrinde bekliyordu.
Kendimizi ifade edebilmeyi ilk gelişimizde öğrenmiştik. Bu sefer daha kolay bir başlangıç yapacağımızı biliyorduk. Sıkıntısız bir şekilde meslek öğrenimime başlayıp araba kaportacısı olmayı iple çekiyordum o sıralarda. Bundan sonra huzurlu bir hayat bekliyordu bizi bundan emindik, babamın hayalleri bizi de sarmıştı artık çünkü.
Ama hiç beklemediğimiz bir anda, gelişimizden sadece 6 ay sonra, hiç beklemediğimiz bir misafir ve hiç beklemediğimiz bir haber. O an aklımdan geçenler ve gerçek olmaması için dilimdeki dualar.
Babam işkazası geçirmiş ve ameliyata alınmış. Hastaneye vardığımızda hala ameliyatta olduğunu öğrendik ve beklemeye başladık. Bir saat değil, iki saat de değil tam sekiz saat bekledik. O sekiz saat boyunca ne annemin, ne de benim ağzımı bıçak açmadı. Korkuyorduk. Ne söyleyebilirdik ki zaten? Olacaklardan korkuyorduk, belirsizlikten korkuyorduk, aklımıza dahi getirmek istemiyorduk onun için konuşmamak en iyisiydi.
Beklemenin ne kadar zor olduğunu o gün anladım. Sonunda iyi olacağını bilseydim 365 gün de beklerdim bir ömür de. Ama bu belirsizlik, bu belirsizlik insanı mahfediyordu. O sekiz saat sonunda olanın basit bir iş kazası değil, bir kurşun olduğunu öğrendim.
Babam vurulmuş muydu yani? Bize iş kazası diye yutturmaya calıştıkları aslında bir kurşun muydu? Köydeki maganda kurşunlarından kaçıp Almanya’nın kurşununa mı yakalandı benim babam? Daha sorularıma cevap bulamamışken, annem sorup durunca ona verebilecek bir cevabım olmadığından sadece ‘hiç’ dedim. Çünkü şu an yaşadıklarımız bir kelimeye bir cümleye sığamazdı. İnsan aklının basit kalan sözlerle ifade edebileceği bir durum değildi. Bu korkunç kabustan beni uyandıracağını sandığım hemşire, babamın uyandığını söyleyince kalbimdeki yükü bir anlık atabildim. Babam gözlerini açar açmaz kazaydı diye tekrar tekrar mırıldanmaya başladı, ‘Paul’ yakın arkadaşıydı ve atış kursundan olan tüfeğiyle şakalasırken kalan bir saçmayla yanlışlıkla vurmuştu onu. Onun daha genç oldugunu ve üzerine gitmememiz gerektiğini söylüyordu. Ama sen de babasın, senin de evlatların var, seni bu hale getirmeye ne hakkı vardı diye haykırmak istiyordum. Bir yanda babamı vuran adam, bir yanda kendisini vuran adamı koruyan babam ve tam ortada artık ne düşüneceğini şaşırmış ben ve feryat eden annem vardı.
36 saat. 36 saat dayanabildi babam. Doktorlar bütün organlarının büyük hasar gördüğünü söylemişti ama insanoğlu işte. İnanmıyor, vazgeçemiyor. O 36 saat içinde çok dua ettim. Başımızdan eksik olmasın, o kurduğu hayali gerçekleştirelim, güzel bir hayatımız olsun Almanya’da diye. Ne kadar gurbet olsa da aile olduktan sonra her şeyi aşabilirdik. Hem buraya geldikten sonra her şey güzel olmayacak mıydı? Bunun için memleketimizi terk edip buraya gelmemiş miydik? Türkiye’de zengin değildik belki ama mutluyduk, imkanlarımız yoktu ama babamız vardı. Şimdi yok. Artık yok.
Babam 23 Hazıran 1971’de hayata gözlerini yumdu. O öldüğünde henüz 37, annem dul kaldığında 34, ben yetim kaldığımda 16 yaşındaydım.
Peki o iş arkadaşına ne mi oldu? Babam ifadesinde ne kadar kaza olduğunu belirtmiş olsa da, o adam sekiz ay hapis cezasına çarptırıldı ve sekiz ay sonunda anneme aylık 200 Mark ödeme mecburiyeti olmasına rağmen, bu görevini yerine getirmek istemediğinden malını mülkünü eşine devredip kağıtsız çalışmaya başlayarak kendini kurtardı. Ve hayatını istemeden de olsa kararttığı bu aileyi bir daha ne aradı ne de sordu.
Yıllar acımızı dindirmedi, ama alışmamızı sağladı. Artık evin direği bendim, kardeşlerime umut veren, annemin tutunacağı dal. Ama gurbette yaşadığımız acı babamın ölümüyle son bulmadı. Hani insan kötü bir yaşanmışlıktan sonra toparlanmaya çalışır ya. Ben de babam için, ailem için o çok istediğimiz hayatı istedim. Onca şeyi geride bırakıp babamı da kaybettikten sonra artık her günümüzün güzel geçmesini dilerken, 1985 yılında yine bir acı olay bizi yıkmayı başardı. Yine çok erken, yine çok ani, bu sefer annem bizleri öksüz bıraktı.
O günden sonra Türkiye’ye geri dönebilirdik. Çünkü o umutla dolu bavullarımız artık hüzünle ve kayıplarla doluydu. Keşke hiç gelmeseydik düşüncesi belki hepimiz için geçerliydi. Ama geri dönmek o kadar da kolay değildi. Bizi buraya bağlayan Almanya’nın kendisi degildi, ama kurduğumuz ailelerdi, eşlerimizdi, evlatlarımızdı. Şimdi geri dönmeye kalksak, çocuklarıma yaşatacağım şey yine gurbet olmayacak mıydı? Hayatımın en önemli dönemini Almanya’da geçirdim, yani burdan kopmak benim için de çok zor. Ben Türk’üm ama 45 yıldır Almanya’dayım. Yani her gurbetçi gibi, Almanya’da Türk, Türkiye’de Almancıyım. İki dünya arasında sıkışıp kalmış bir gurbetçi.