Almanya 2. Dünya Savasın’dan sonra ekonomide en uzun durgunluk dönemini yasıyor, kimilerine göre ise gerileme dönemine dahi girdi. Üçlü koalisyon hükümeti (SPD, Yesiller, FDP) varolan sorunları çözemedigi, ama özellikle ABD seçimlerinde desteklenen Demokrat Parti adayı Kamala Harris’in yerine Donald Trump’ın baskan seçilmesiyle küresel dengenin olumsuz degismesine de yanıt olarak, bir erken seçime gitmek zorunda kaldı.
Kimilerine göre bu bir “kader seçimi” idi, kimilerine göre ise kurulan sandık, 2029 yılında yapılacak seçimlerde ırkçı ya da neo fasist bir parti olarak adlandırılan AfD’nin büyük bir zaferini önlemek için son sandıktı.
23 Subat 2025 seçimlerinde ekonomik durgunluk, Almanya’nın bel kemigi sayılan otomotiv sektörünün rekabet gücünün zayıfl aması, yüz binlerce isçinin isten çıkarılma korkusu, konut sorunu, hayat pahalılıgı, askeri harcamaların olaganüstü artması, ucuz üretim için gerekli enerjinin (petrol, gaz, elektrik) tedarik edilmesinde yasanan sorunlar, altyapının yenilenmesi gerekliligi ve ulasımdaki sıkıntılar, göçmen sorunu gibi konular en temel konulardı. Korku, umutsuzluk, karamsarlık, tabiri caizse “tünelin sonundaki ısıgın sönmesi”, son 35 yılda yapılan seçimlerin en genis katılımlısına yol açtı (%82,5).
Bu kosullar altında gidilen sandıktan CDU tarihinde e n düsük oy oranlarından birini alarak birinci parti çıktı (% 28,5). ABD menseli oligarsların hiç çekinmeden destekledikleri AfD ise oylarını 3 yıl içinde ikiye katlayarak %20,8’lik bir oy oranıyla ikinci parti oldu. Almanya’nın en eski ve en köklü partisinden geriye pek bir sey kalmadı, sosyal demokrat parti SPD Federal Almaya’nın kurulusundan bu yana en kötü sonucu alarak (%16,4) üçüncü parti oldu.
Almanya’da “büyük koalisyon” hükümetleri (CDU ve SPD) durgunluk dönemleri olarak görüsmüs ve en az tercih edilen koalisyon sekli olmustur. Toplumda olaganüstü artan hosnutsuzluga karsın iste bu koalisyon simdi kendini Almanya’ya dayatıyor.
Ekonomi enstitülerine göre mevcut yapısal sorunların altından kalkabilmek için ülkenin ivedilikle en azından 600 milyar Euro civarında bir sermaye yatırımı yapması gerekiyor. Bu tutarın “Çalısmayana devlet yardımı yok” ya da “yasa dısı/kriminal göçmenler geri gönderilsin” gibi popülist ve sovenist “tasarruf” önerileriyle biriktirilmesi pek mümkün görünmüyor.
Bu da su demektir: Vergilerin arttırılması, sosyal hakların kısıtlanması, emeklilik yasının ve haftalık çalısma saatlerinin yükseltilmesi. Her zaman oldugu gibi fatura emekçi kitlelere kesilecek, varlıklılar daha da varlıklı hale gelirken, yoksulların sayısı katlanarak artacak.
Kendi kendini “Sair ve Düsünürlerden Olusan Halk” olarak adlandıran Alman toplumunun, sınıra dayanmıs bir düsman yokken (geçmiste farklı degildi), 21. yüzyılın ilk çeyreginde, “Versailles Antlasması”nın altında agır bir magduriyet yasıyormusçasına ulusal bir öfke biriktirmesi normal mi? Alman militarizminin ne ifade ettigini en iyi bilen Avrupalı ulus ve halkların bu soruya yanıtı ne olacak?