Michael Klundt
Magdeburg-Stendal Üniversitesi
Hırslı süper güç politikalarının ekonomik savaşlar, ekonomik gerileme ve sosyal kesintilerle el ele gittiği bir dönemde yaşıyoruz. Aşırı sağcı faaliyetlere karşı kitlesel gösterilerin yapıldığı, ancak Alman siyasetinde sağa kayışın hız kesmeden devam ettiği; BM raporuna göre Filistinlilere yönelik soykırımın gözlerimizin önünde gerçekleştiği (bkz. BM raporu: https://www.un.org/ unispal/wp-content/uploads/2024/03/ a-hrc-55-73-auv. pdf); Ukrayna savaşında müzakere edilmiş bir barışın AB ve NATO tarafından hâlâ reddedildiği, Avrupa’da nükleer savaş riskinin arttığı ve aynı zamanda devletlerin kendi nükleer silahlarını geliştirme çabaları nedeniyle önemsizleştirildiği; NATO’nun büyük ölçekli manevralarının Rusya’ya karşı yeni bir tehdit zemini yarattığı bir zamandır bu.
Küresel perspektiften bakıldığında bağlam yine farklı görünüyor. Eski Alman ordusu ve NATO generali Harald Kujat şöyle diyor: “Aslında şu anda biz bu yeni jeopolitik dünya düzeninde yeni bir aşamadayız. Şu anda iki blok ortaya çıkıyor. Bir yanda hâlâ BRICS ülkeleri var. Ama aynı zamanda Şanghay İşbirliği Örgütü [ŞİÖ] ve yılın başından bu yana, ABD’nin şimdiye kadar çok yakın bir müttefi ki olan Suudi Arabistan’ın da aralarında olduğu, altı devletin daha BRICS’e katılması, ve bildiğim kadarıyla birçok Güney Amerika ülkesi de dahil olmak üzere BRICS örgütüne katılmak isteyen 30’dan fazla devlet var. Burada çok güçlü bir bloğun ortaya çıktığını görebiliyoruz. Öte yandan ABD, köprü olarak kullandığı NATO üzerinden Avrupa devletlerini Çin’e karşı Batı bloğuna entegre etmeye çalışıyor. Dolayısıyla şu anda Ukrayna’daki savaşın bir sonucu olarak burada gördüğümüz şey, bu gelişmenin yeni bir dinamik kazanmış olmasıdır. Ukrayna savaşı bu bloğun oluşmasına ve sağlamlaşmasına katkıda bulunmuştur […]. Bu bizim için çok belirleyici bir nokta, çünkü bu savaş Avrupa topraklarında gerçekleşiyor. Tırmanma riski, birçoklarının söylediği gibi üçüncü bir dünya savaşının patlak vermesi değil, büyük bir Avrupa savaşının patlak vermesi ve Avrupa’daki konvansiyonel bir savaşın nükleer bir savaşa dönüşmesi riskidir. Bu Avrupa için çok belirleyici bir faktördür, ancak Amerika Birleşik Devletleri için o kadar da değildir. Bu bakımdan burada tamamen farklı güvenlik çıkarlarımız var. Ama kimse bunların adını koymuyor, bizim de sorunumuz bu” (https://www. youtube.com/watch?v=sQXbSJdH4ME). Neredeyse hiç kimsenin bu sorunların adını koymadığına dair bir itiraz gelebilir. Neyse ki son on yılın POLİ- TEKNİK okurları bunların birçoğunu öğrenebildi.
Bunun dışında yeni Soğuk Savaş tüm yönleriyle, İngiliz siyasetçi Arthur Ponsonby’nin neredeyse 100 yıl önce Birinci Dünya Savaşı’na ilişkin araştırmalarından tespit edebildiği savaş propagandasının on şartına bağlı kalmaktadır. Şartlar şunlardır:
1. Biz savaş istemiyoruz!
2. Savaşın tek sorumlusu düşmandır!
3. Düşman kampının lideri bir şeytandır!
4. Biz özel çıkarları değil, asil bir amacı savunuyoruz!
5. Düşman bilerek zulüm yapıyor; biz hata yapıyorsak bu kasıtsızdır.
6. Düşman izinsiz silahlar kullanır.
7. Biz az kayıp veriyoruz, düşmanın kayıpları ise oldukça fazla.
8. Tanınmış kültürel fi gürler ve bilim insanları davamızı destekliyor.
9. Davamızda kutsal bir şey var.
10. Propagandamızdan şüphe duyan herkes düşman için çalışmaktadır ve bu nedenle haindir.
Şimdi bu on şarttan hangisinin Bay Habeck ve Bayan Baerbock, Bay Kiesewetter, Bay Hofreiter, Bay Röttgen, Bayan Strack-Zimmermann ve “Radio Rheinmetall”den (ARD, ZDF, SPIEGEL, BILD vs.) medya arkadaşları Lanz, Miosga, Zamperoni ve Slomka ve diğerleri tarafından doğrudan ya da dolaylı bir şekilde (henüz) yapılmadığını güzelce tartışabiliriz.
Mantıksız savaş çığırtkanları akıl ve
barıştan şüpheleniyor
Bu arada oplumun ve düşüncenin militarizasyonu da ilerlemektedir. Yeniden silahlanma fanatiklerinin argümanları özünü ve popülaritesini kaybederken, muhalifl ere yönelik saldırıları giderek daha saldırgan ve baskıcı bir nitelik ve nicelik kazanıyor. Bu, hegemonyal gücün askeri-endüstriyel kompleksi lehine egemen çıkarlar yasasına karşılık gelmektedir. CDU’lu siyasetçi Roderich Kiesewetter, 2023’ün sonunda Ukraynalı dul ve yetimlere, kocalarının ve babalarının neden ölmek zorunda olduğuna dair Alman perspektifi nden net bir açıklama getiriyor: Donetsk-Lugansk bölgesindeki Avrupa’nın en büyük lityum yatakları, enerjideki geçiş dönemine yönelik “vekalet savaşında” önemli bir hedef. (https://www.youtube.com/ watch?v=Urid8hF54_k). “Avrupa enerjideki geçişi gerçekleştirmek istiyorsa, kendi lityum yataklarına ihtiyacı var. Michael Klundt Magdeburg-Stendal Üniversitesi POLİTEKNİK’in 10 yılı: Demokratik siyasi eğitime ve eleştirel medyaya ihtiyaç var – özellikle savaş ve kriz dönemlerinde Avrupa’daki en büyük lityum yatakları Donetsk-Lugansk bölgesindedir (…). Dolayısıyla burada da arka planda tamamen farklı hedefl erimiz var” (ARD’nin 17.12.2023 tarihli Berlin raporu). Nasıl oldu da böyle savaş stratejistleri hayatlarımızı tehlikeye atabildi? Dediğim gibi, POLİTEKNİK okuyucuları son on yıldır bu gelişmeyi eleştirel bir gözle takip edebiliyor.
Siyaset ve medyada tek taraflı
habercilik
Alman hükümetinin insan haklarının ulusal ve uluslararası düzeyde hayata geçirilmesine ilişkin görüşlerini ortaya koyan 11. İnsan Hakları Raporu da yaklaşık on yıl önce yayınlanmıştı. Raporda dönemin Federal Hükümeti, Şubat 2014’teki darbeden bu yana Ukrayna’daki insan hakları durumuna da değinmiştir. Şöyle yazıyordu: »Şubat sonunda (2014; M.K.) Kiev’deki hükümet değişikliğinin bir sonucu olarak, rapor döneminden bu yana insan hakları durumu, özellikle toplanma ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve yargının kötüye kullanılması konularında temelde iyileşmiştir«. Bu değerlendirme biraz rahatsız edici. Daha önce Maidan’da eski yozlaşmış oligarşik yönetime karşı gösteri yapmış olabilecek, ancak bunu yapmak için Rus karşıtlığına ihtiyaç duymayan ve Nazi işgali sırasında Holokost ve diğer soykırımlarda Ukraynalı Nazi işbirlikçilerini alkışlamak istemeyen muhalefet üyelerine, vicdani retçilere, Bandera destekçisi olmayanlara, anti-faşistlere, solculara, komünistlere yönelik zulüm ve kötü muamele rapor edilmemiştir.
Şubat 2014’te gerçekleşen rejim değişikliğinin bu şekilde gönül rahatlığıyla anlatılması, Ukrayna anayasası konusunda da gözlemciyi biraz hayrete düşürüyor. Bilindiği üzere, parlamento binasının içinde ve dışında silahlı adamların »eşlik ettiği« parlamenterler, tehdit edilen ve kaçan ancak istifa etmeyen devlet başkanının görevden alınması için anayasal olarak gerekli olan dörtte üç çoğunluğu sağlayamamışlardır (bkz. 1 Nisan 2015 tarihli Hintergrund). Avrupa Komisyonu sözcüsü 24 Şubat 2014 tarihinde AB’nin Ukrayna parlamentosunun Yanukoviç’i görevden alma kararını tanıdığını belirtirken (Kiev’deki oylamanın üzerinden 24 saat geçmeden), örneğin AB Komisyonu eski Başkan Yardımcısı Günter Verheugen, hukukun üstünlüğü açısından son derece tartışmalı olan bu süreci şiddetle eleştirdi: »Yanukoviç’in devrilmesinden sonra yeni Ukrayna hükümeti, kendi ülkesinde bile çoğunluğun güvenine sahip olmamasına, Rusya karşıtı olmasına ve etnik eğilimli güçleri bünyesinde barındırmasına rağmen, hiç gerek yokken hemen canı gönülden desteklendi« (SPIEGEL, 19 Mayıs 2014). Eski bakan Egon Bahr ise şunları söyledi: »Eğer konu bu kadar ciddi olmasaydı, buna komik denirdi. Kiev’deki mevcut hükümetin yasal dayanağının ne olduğunu bilmiyorum « (SPIEGEL.de, 21/11/2014).
»Maidan« Ukrayna’sından ayrılma ve Kırım’da nüfusun çoğunluğunun Rusya Federasyonu’na katılma referandumları ile Lugansk ve Donetsk “halk cumhuriyetleri”nin özerklik oylamalarının tam da Kiev’deki iktidarın yasal dayanağının tartışmalı olduğu bu döneme denk gelmesi hiç de önemsiz değildir; zira iktidarın ilk icraatı nüfusun Rusça konuşan kesiminin dilini konuşmasını yasaklamak olmuştur. 2014’ün baharında anti-oligarşik bir devrimin gerçekleşmediği, olsa olsa iç oligarşik bir yeniden gruplaşmanın yaşandığı ortaya çıktıkça, insan hakları durumunun Alman hükümetinin 11. İnsan Hakları Raporu’nda olduğundan daha objektif bir şekilde gözlemlenmesi gerekirdi (bkz. ayrıca Uluslararası Af Örgütü ya da AB’nin Mart 2015’te Kiev’deki Maidan’da ve çevresinde yaşanan şiddet ve silahlı saldırılar, Odessa ve Mariupol’daki cinayetler, yolcu uçağının düşürülmesi vb. olayların tarafsız bir şekilde soruşturulması yönündeki talepleri; bkz. 26 Nisan 2015 tarihli Süddeutsche. de).
Takip eden sekiz yıl boyunca Kiev ordusu ve aşırı milliyetçi ve aşırı sağcı paramiliter güçler Donbass’taki doğu Ukrayna halkına karşı bir »terörle mücadele operasyonu« yürüttü. BM rakamlarına göre Şubat 2022’ye kadar, – Minsk Anlaşmalarını ihlal eden – ağır topçu ateşiyle sivil yerleşim alanlarının bombalanması sonucu 13.000’den fazla insan hayatını kaybetti. Kiev’in “Ukrayna’nın Kırım’ı yeniden fethinden” sonra yüz binlerce Kırımlıyı sınır dışı edeceğine dair açıklamaları da Kırım’da Ukrayna’ya dönüş hevesini sınırladı (bkz. 5 Nisan 2023 tarihli taz). Bu garip bir mantık, ama bu mantık ancak tüm Batı medyasının ve NATO devletlerinin büyük çoğunluğunun Kiev’in doğu ve güneydeki ayrılıkçı Rus-Ukraynalı nüfusuna karşı 2014’ten 2022’ye kadar sekiz yıl süren savaşını görmezden gelmesi ya da kabul etmesi nedeniyle gerçekleşebildi. Neredeyse tüm medya, çünkü örneğin POLITEKNIK, Auernheimer, Bittner ve diğerlerinden daha eleştirel seslerin on yıl boyunca bu konuda söz sahibi olmasına izin verdi ki bu olağanüstü bir başarıdır.
“Barışın ortasında düşman bize
saldırıyor” mu?
Mart 2021’de Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, Kırım’ı yeniden ele geçirmek için bir kararname imzaladı. Bunu ülkenin güneydoğusuna büyük bir Ukrayna askerinin konuşlandırılması izledi ve 16 Şubat 2022’den itibaren AGİT, Ukrayna ordusu tarafından Donbass’a yönelik topçu bombardımanında keskin bir artış kaydetti. 24 Şubat 2022’de Başkan Putin, Rus ordusuna uluslararası hukuku ihlal ederek Ukrayna’yı işgal etme emri verdi.
2022 baharında Baden-Württemberg Eyaleti Politik Eğitim Merkezi Ukrayna’daki savaşla ilgili bir broşür yayınladı. “Putin’in barışa saldırısı” başlığını taşıyan broşür, Donbass’taki bölgelerin – belirtildiği üzere – sekiz yıldır Ukrayna topçusunun ateşi altında olduğunu unutturuyordu. Broşürün kapağındaki karikatürde bir Rus askeri silah arkadaşlarına şöyle diyor: »Onlar (Ukraynalılar; M.K.) insan gibi görünüyorlar ama kana susamış, nefret dolu canavarlar!« Bu, savaş propagandasından kaçınan yüksek kaliteli demokratik siyasi eğitim için çıtayı oldukça aşağıya çekti.
Kısa bir süre sonra Federal Politik Eğitimi Merkezi (BPB) konuyla ilgili bir broşür yayınladı. Broşürün adı: »Neler oluyor? Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı «. Broşürde, Almanya’daki tüm okul çocuklarının »Rusya’nın otoriter bir şekilde yönetildiğini«, Ukrayna’nın ise bir “demokrasi” olduğunu öğrenmesi gerektiği belirtiliyor. Ukrayna’da 2022’den beri yasaklı olan 14 kadar parti ve yasaklı sivil toplum medyası BPB’ye bunun için mutlaka teşekkür etmişlerdir.
Olayların kronolojisinde NATO’nun bir savunma ittifakı olduğu ilan edilmektedir. Yazarlar, 1990’dan sonra tüm vaatlere rağmen ilerletilen savaş ittifakının yayılmacılığını ve 25 yılı aşkın bir süredir uluslararası hukuku ihlal eden saldırı savaşlarını (çoğu Müslüman yüzbinlerce ölüm görünüşe göre sayılmıyor) atlıyorlar. Bu aynı zamanda Moskova’nın »savaş« hakkında konuşmasına izin verilmediği ve 1999’dan beri Almanya’da kullanılan hoş ikame sözcüklerden (örneğin »insani müdahale « veya »Hindikuş’ta Almanya’nın güvenliğinin savunulması«) bahsetmeye gerek olmadığı gerçeğini rapor etmeyi kolaylaştırıyor.
BPB broşürüne göre, Ukrayna’da on yılı aşkın bir süredir birbirleriyle mücadele eden »Avrupa yanlısı« ve »Rusya yanlısı« güçler de var. Burada tekrar durmamız gerekiyor: »Avrupa yanlısı« mı? Avrupa, 27 AB ülkesinden çok daha fazla ülkeye sahiptir. Federal Politik Eğitimi Merkezi tarafından yayınlanan dünya haritasına göre Avrupa’nın en büyük şehri Moskova’dır (8.6 milyon nüfus). Ve tüm eski kahverengi ve yeni zeytin yeşili Stalingrad savaşçıları şimdi çok metanetli olmalı: BpB’nin bu dünya haritasına göre, Avrupa’nın en uzun nehri aslında Volga’dır (3,688 km). Kremlin’in muhtemelen en önemli sakini her kimse: sabah Avrupa’da kalkıyor ve akşam Avrupa’da yatıyor. Siyasi eğitimini en üst düzeyde sürdüren herkes burada daha hassas olmalıdır. Aşırı ve tehlikeli düşman inşalarının mevcut aşamasında, yukarıda bahsedilen karşı karşıya koyma tek sözcükle sorumsuzluktur.
BPB’ye göre, Minsk Anlaşmalarının 2014-2022 yılları arasında imzalandığı gerçeği, Alman okul çocuklarının bilmesine gerek olmayan bir şey, çünkü Kiev’deki hükümet aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi tarafından da kabul edilen bu anlaşmalara uymayacağını açıkça belirtti (bunun Ukrayna’yı silahlandırma stratejisi olduğu artık eski Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ve eski Almanya Şansölyesi Merkel tarafından itiraf edilmiştir) – ve bu Donbass’ın sürekli ağır toplarla bombalanmasıyla sonuçlandı. Bu arada, Baden-Württemberg Eyaleti Politik Eğitim Merkezi tarafından »barış« olarak nitelendirilen ve “Putin’in saldırısı” isle hedef aldığı iddia edilen durum buydu (tek başına mı saldırdı yoksa en azından yanında bir aşçı var mıydı?).
BPB broşürüne göre Ukrayna’da »gönüllü olarak savaşan insanlar da var«. Asker kaçaklarının 24 Şubat 2022’den bu yana nelerle karşı karşıya kaldıklarına değinmek çok fazla şey istemek olurdu (ne de olsa önde gelen medyamız bununla da ilgilenmiyor, şimdiye kadar sadece Ukraynalı kahramanlık haberlerini biliyor ve Ukrayna’dan kaçan askerlik hizmetine uygun 600.000’den fazla erkek hakkında memnuniyetle sessiz kalıyor). Birçoğu da »savaş suçlarının kurbanı oldu«. İddia edilen savaş suçları (örneğin Butsha, Kramatorsk, Mariupol, vb.) gerçekten de tarafsız kesimlerce kapsamlı bir şekilde soruşturulmalıdır.
Barış için umutlar?
BPB broşürünün sonunda şu soruyu soruyor: »Barış nasıl sağlanabilir?« Almanya Şansölyesi Scholz ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un savaştan önce Şubat 2022’de Münih’te Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’e sundukları önerilerden (tarafsızlık ve doğuda özerklik düzenlemeleri) neden hiç bahsetmedikleri bir sır olarak kalmaya devam ediyor. Aralık 2021’deki Rus müzakere önerisinden veya Batı tarafından baltalanan Mart/Nisan 2022 tarihli İstanbul ateşkes taslağından da bahsedilmiyor (bkz. https://www.n achdenkseiten. de/?p=91561).
Şimdi, Beutelsbach Uzlaşısı anlamında çatışma analizinin tüm noktalarında farklı, hatta tartışmalı görüşlere sahip olmak kesinlikle mümkündür – ancak ne yazık ki BPB bunu dikkate almamaktadır. Bu nedenle »savaşa yönelik siyasi tepkilerin« oldukça gelişigüzel bir şekilde aktarılması şaşırtıcı değil: »Almanya ve diğer ülkeler Ukrayna’ya silah tedarik ediyor” ve »Almanya ordusunu gelecek için daha iyi donatmak istiyor”. Silahlanma için 100 milyar avro ve gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde ikisi (yıllık yaklaşık 70 milyar avro). Bu kesinlikle iyi harcanmış bir para ve Almanya’daki hastanelerin, kreşlerin, okulların, üniversitelerin, yolların ve köprülerin durumunu kesinlikle iyileştirecek. Ancak halkın çoğunluğu haklı olarak Almanya’nın savaşa dahil olmasından, nükleer savaş tehlikesinden ve yaptırımlar nedeniyle yaşam standartlarının düşmesinden korkuyor.
Peki Almanya’daki okul çocukları Politik Eğitim Merkezleri’nin broşürlerinden ne öğreniyor? Merak etmeyin. Her şey yolunda ve şu sözleri söyleyenlerin emin ellerinde: »Elbette kendimize zarar veriyoruz« (Habeck), »Rusya’yı mahvedeceğiz « ve artık enerji tedarikini kabul etmeyeceğiz – »sonsuza kadar« (Baerbock) ya da – 8 Mayıs 2022 tarihli yeni »Scholz Doktrini’nin« dört noktasından biri olarak – »tüm önlemler Rusya’ya bizden daha fazla zarar vermelidir« diyen insanların en iyi ellerinde.
Sonuç
Hiçbir koşul altında 1989’dan bu yana yaşanan “dönüm noktalarının” neleri gerektirdiğini öğrenmemelidirler:
1. 1990’dan sonra Batılı dışişleri bakanlarının SSCB/BDT’ye Kızıl Ordu’nun çekilmesi halinde NATO’nun doğuya doğru ilerlemeyeceğine dair verdikleri sözler (bkz. 18 Şubat 2022 tarihli WELT).
2. 2000 yılına kadar Gorbaçov, Yeltsin ve Putin’in BDT’nin NATO üyesi olup olamayacağına dair soruşturmaları.
3. NATO ve Varşova Paktı’ndan sonra ortak bir güvenlik ittifakı oluşturmak için doğudaki yakınlaşma girişimlerinin Batı (ABD) tarafından reddedilmesi
4. NATO’nun 1990’lardan bu yana verdiği tüm sözlerin aksine genişlemesi.
5. 1999 yılında Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne karşı uluslararası hukuku ihlal eden saldırı savaşı, Belgrad’daki Çin büyükelçiliğinin bombalanması ve Kosova’nın NATO tarafından ilhakı yoluyla Avrupa’nın sınırlarının değiştirilmesi ve savaş sonrası düzenin sorgulanması.
NATO’nun daha sonraki sözde terörle mücadele savaşları, milyonlarca ölümle birlikte, savunma sanayilerinin katma değeri dışında
“değer bazlı dünya düzeninden” – şayet böyle birşey varsa – hiçbir değer bırakmadı.
Ukrayna savaşının tarih öncesi, üst düzey ABD’li politikacıların, askeri liderlerin, istihbarat şeflerinin, bilim adamlarının ve diplomatların 1990’lardan beri NATO’nun batıya doğru genişlemesinin Avrupa’yı böleceğine ve beraberinde savaş tehlikesi getireceğine işaret ettikleri gerçeğini de içermektedir – tıpkı Yeltsin ve Gorbaçov’un yaptığı gibi (bkz. Mikhail Gorbaçov, kaynak: https://www.youtube.com/ watch?v=IipaGt9WmcE. Ukrayna savaşının tarih öncesini araştırmak için eski belgeleri tekrar okumak acı ama öğretici olacaktır (bkz. https://globalbridge. ch/die-mitverantwortung-der-usa-undder- nato-vor-der-osterweiterung-dernato- wurde-oefftlich-gewarnt/). Eski ABD Savunma Bakanı Robert S. McNamara bile uyarılarda bulunan diğer pek çok kişiye katılmıştır: (https://globalbridge. ch/politisch-strategischer-fehlervon- historischem-ausmass/).
Tüm “Kassandra Çığlıkları“ savuşturuldu, günümüzün siyasi karar alıcılarının, medya muhabirlerinin ve bilimsel araştırmacıların çoğu tarafından bile. Ama POLİTEKNİK’te öyle olmadı – ve bu da büyük ölçüde onun zeki ve fedakâr Genel Yayın Yönetmeni Zeynel Korkmaz sayesinde oldu.