Dr. Tözün İSA
Metropolitan Üniversitesi – İngiltere
3. oturumun ilk konuşmacısı olarak sunumuna başlayan Dr. Tözün İsa, İngiltere’de durumun diğer Avrupa ülkelerinden kavramsal boyutta biraz daha farklı olduğunu söyleyerek şunları belirtti: “Türkiyeli terimi bize belli bir anlamda uyuyor, ama diğer anlamda uymuyor, çünkü bizde ilk gelenler Kıbrıslı Türklerdir, 1948’lerde başlayan bir göç süreci var… Kıbrıs bir İngiliz kolonisiydi. Ve 1948’de Büyük Britanya İmparatorluğu kendi idaresinde olan sömürgelerine vatandaşlık statüsü vermişti”. 1960’larda İngiltere’de ciddi bir İşçi açığı yaşandığını ve kendi kolonilerinden işçi alımına yöneliğini dile getiren Tözün İsa, Türkiye’den ilkin 1960’larda işçilerin, 1980’lerden sonra da Kürtlerin ve Türk akademisyen ve aydınlarının da İngiltere’ye geldiklerine değindi. Dr. İsa, Türk, Kürt ve Kıbrıslı Türklerin (TKKT) yaklaşık 500.000 civarında olduğunu sözlerine ekledi.
1950’lerde göçmen çocuklarının okullardaki sayısının artması nedeniyle yeni bir eğitim politikası uygulandığını, amacın öğrencilerin en kısa sürede İngilizce öğrenip normal sınıflara geçişlerini sağlamak olduğuna değinen Tözün İsa, bu hedefe okulda anadilini yasaklayarak ulaşmaya çalışıldığını vurguladı. Bu asimile programının 1970’lerde Avrupa Birliği yönetmelikleriyle değiştiğini söyleyen Dr. İsa, “diğer azınlık gruplarına mensup çocuklarda olduğu gibi ‘Türkçe konuşan’ çocuklar da kendi okullarında İngilizce dersler yanında haftanın belli saatlerinde Türkçe derslerine de katılmaya başladılar. Bu süreç 1979 Margaret Thatcher başkanlığındaki muhafazakâr partinin iktidara gelmesi ile başlayan eğitimde merkezileşme hareketi ile büyük ölçüde yavaşlar ve nihayet günümüze kadar gelen 30 yıllık süreçte İngiliz okul sistemi içinde tamamen eriyip kaybolur” dedi. İngiltere’de ayrımcı bir eğitim sisteminin egemen olduğuna da dikkat çeken İsa, konuyla ilgili şunları söyledi: “Bir yandan öğrenci kadrosunu sınav yöntemi ile seçip ücret alan – tarihçeleri 20. yüzyılın başlarına kadar uzanan ve özellikle orta ve zengin sınıf öğrencilerden oluşan – özel okullar, diğer yandan da ‘herkese açık’ devlet okulları. Bu ayrıcalıklı yaklaşım akademik olarak üst düzey öğrencilerin özel okullar tarafından eğitilip ‘Oxbridge’ okullarına girmesine öncelik sağlamaktadır. TKKT öğrencilerin büyük bir çoğunluğu devlet okullarına gitmekte ve akademik olarak daha az avantajlı duruma düşmektedirler”. TKKT kökenli öğrencilerin İngiliz eğitim sistemi içerisindeki düşük başarı oranının büyük ölçüde sistemden kaynaklandığını dile getiren Dr. İsa, iddiaların aksine her geçen yıl anadili konuşma oranının arttığını, evde, kültürel olarak Türkçe, Kürtçe ve Kıbrıs Türkçesi diye anılan kendi dillerini konuştuklarını belirtti.
Susanne Jacobsen Perez
Roskilde Üniversitesi – Danimarka
Danimarka Roskilde Üniversitesi’nden sempozyuma katılan Susanne Jacobsen Perez, Türkiyeli göçmenlerin ve bazı grupların kültürel ve sosyal açıdan “ötekiler” şeklinde kategorize edilmesinin günümüze dek göç araştırmalarını ve devlet politikalarını etkilediğine işaret eder, “Türkiyeli” kavramının Danimarka’da nasıl bir tanımlama kapsamına girdiğini açıklayarak konuşmasına başladı. Buna göre Yabancı-Danimarkalı ayrımının yanı sıra, “göçmen” ve “göçmen çocukları” ve de “Batı kökenli-Batı kökenli olmayan yabancılar” ayrımı da yapılıyor. Dolayısıyla Türkiyelilik Batılı olmayan kişi sınıflandırmasına giriyor. Söz konusu grup ise şu an Danimarka’da sorun odaklı siyasetin nesnesini oluşturuyor. 5,6 milyon olan Danimarka nüfusunun %10,7’sini göçmen ve göçmen çocuklarının oluşturduğunu söyleyen Jacobsen-Perez, 2013’te 60.672 kişi ile Türkiyeli göçmenlerin Danimarka’da en büyük azınlık konumunda olduğunu, göçmenlerin %10’una ve toplam nüfusun %1,1’ine tekabül ettiğini belirtti.
Danimarka eğitim istatistiklerinde göçmen çocukları tanımlamak için “ikidilli öğrenci” kategorisinin kullanıldığını vurgulayan Jacobsen-Perez, buna rağmen öğrencilerin dilsel koşulları ve dilsel yeterlikleri hakkında ulusal ölçekte neredeyse hiç somut istatistikler bulunmadığına dikkat çekti. Türkiyeli çocukların 2008/9 ders yılında kamuya ait ortaokullarda (öffentliche hauptschule) Danimarkalı olmayan grubun %17’sini, bağımsız ortaokullarda (freie hauptschule) %12’sini oluşturduğunu söyleyen Jacobsen-Perez, PISA araştırmalarında göçmen çocuklarının Danimarkalı çocuklardan çok daha başarısız olduklarının saptandığını sözlerine ekledi.
Göçmen çocuklarının eğitsel başarısızlık nedenlerinden birinin kültürel, dinsel ve dilsel kabul edilmeme sorunu olduğunu belirten Susanne Perez, bu durumun yıllarca sürdürülen asimilasyon politikalarının bir sonucu olarak görülebileceğini ifade etti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu, örneğin Danimarkalı çoğunluk toplumundan gelen çocukların bilgi ve deneyimlerine hitap eden ders içeriklerinde ifadesini buluyor. Öyle ki Danimarkalı çocuklar derste daha fazla başarılı anlar yaşıyor, göçmen çocuklarında ise aşağılık duygusu gelişiyor. Aynı zamanda göçmen çocukları, varolduğu düşünülen kültürel ve dinsel zincirlerinden kurtarılması gereken insanlar olarak bir medenileştirme stratejisinin nesneleri haline getiriliyor”.
Eija Kuyumcu
Stockholm Üniversitesi – İsveç&Finlandya
Stockholm Üniversitesi’nden sempozyuma katılan ve gerek İsveç gerekse de Finlandiya’daki Türkiyeli göçmenlerin eğitim durumunu ve toplumsal koşullarını ele alan Eija Kuyumcu, İsveç’in 9 milyon nüfuslu bir ülke olduğunu ve bu nüfusun %28’ini kökenleri farklı ülkelere dayanan inanların oluşturduğunu belirterek konuşmasına başladı.
İsveç’in sanayisi için 1950’lı ve 60’lı yıllarda çok büyük göç aldığını ve 20. yüzyılda dil, kültür ve demografik anlamda homojen bir toplumdan çokkültürlü bir topluma dönüştüğünü 1996’da resmi olarak benimsediğini belirten Eija Kuyumcu, Türkiye’den emek göçünün 1965’te başladığına değindi ve toplam nüfuslarının bugün muhtemelen 90.000 civarında olduğunu dile getirdi.
İsveç eğitim sistemi hakkında genel bilgi veren Kuyumcu, çocukların 9 yıl birlikte zorunlu eğitim gördüğünü, lise ve üniversitelere geçişin isteğe bağlı olduğunu belirtti. 1966’da İsveç hükümeti tarafından öğrencilerin aile dillerinde öğretim sunulması sağlandığına değinen Eija Kuyumcu, uygulamanın 1970’li yıllarda Türkiye’de okula başlamış olanların eğitim almasını kolaylaştırdığını, 1977’de aile dilinde öğretimi zorunlu hale getiren bir aile dili reformu yapıldığını, ancak 1991’de maliyeti giderek artan bu olanağın siyasetçiler tarafından gevşetildiğini sözlerine ekledi.
Eija Kuyumcu Finlandiya üzerine verdiği bilgilerde, ülkenin Fince ve İsveççe’nin oluşturduğu iki resmi dile sahip olduğunu dinleyicilere aktardı. Uzun yıllar göç almayan Finlandiya’nın Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra, buradan gelen mültecileri ve BM kamplarından Vietnamlı ve Kürt mültecileri kabul ettiğini söyleyerek şunları kaydetti: “Şu anda göçmen nüfusu, 2013 tarihli toplam nüfus sayısının yaklaşık %5,5’ine karşılık gelmektedir. Türklerin sayısı 2010’da yaklaşık 5000 kişi olarak hesaplanmıştır”.
Eija Kuyumcu ele aldığı her iki ülkeye ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: “İsveç ve Finlandiya’daki göçmen öğrencilerin eğitim durumuna ve toplumsal koşullarına genel bakış temelinde varılabilecek sonuç, göçmen öğrencilerin durumunu kolaylaştırmak üzere bazı önlemlerin alınmakta olduğunu göstermektedir. Ana dilde ve ana dil hakkında öğretim seçenekleri ve başlangıçta, ikinci bir dil olarak İsveççe ve Fince öğretim, kaynaştırma okullardaki öğrencilere destek sunmak üzere amaçlanmış bu gibi önlemlerdir. Ancak bu önlemlerin yeterli olup olmadığı tartışılabilir. Belirli ülkelerden gelen göçmen öğrenciler açısından eğitimsel sonuçlar, istatistiksel verilerde gizlenmiştir. Bu nedenle, özellikle Türkçe kökenli öğrencilerin eğitim durumunu betimlemek oldukça güçtür”.