Alison Smale (The New York Times)
Pegida, ilk kez Kasım ayının sonlarında, Alman basınında Dresden’de her pazar barışçıl mitingler gerçekleştiğini okuduğumda dikkatimi çekmişti.Her zamankinden daha çok insanın ilgisini çekiyorlardı ve görünen o iki gündemi birleştiriyorlardı:Avrupa’nın bugünkü popülist çığlıklarını da katarak Doğu Almanya’da 1989’daki özgürlük haykırışlarını yad etmek ve sözüm ona, Batı’nın “Müslümanlaşmasını” protesto etmek.
Dresden’e gittim ve Pegida’nın daha ziyade kapalı (anlaşılması güç) bir hareket olduğunu gördüm.Dondurucu bir soğukta katıldığım 1 Kasım mitinginde, sayısı 7.500 olan destekçileri oldukça karışık bir grup olarak görünüyordu.Tümü huzursuzdu ve mevcut politikacılara ilişkin hayal kırıklıklarını ifade ediyordu. Fakat bazıları diğerlerinden daha sağcı görünüyordu ve çoğu konuşmayı reddetti. Hiçbiri adını vermedi. Hepsinden de öte, her birinin kafasında gerçekte olduklarından daha güçlü göründüklerine dair bir düşünce vardı.Aslında gerçek şu ki, Saksonya eyaletinde oldukça az (nüfusun yaklaşık %2,2’si) yabancı var ve Dresden’de birkaç yüzden fazla Müslüman yaşamıyor.Fakat protestocular kendi şehirlerine bakmak yerine nüfusun %10’unun Müslüman olduğu Köln ya da çok sayıda göçmeni olan Berlin gibi şehirlere bakıyordu ve bu insanları arka bahçelerinde istemediklerinden az çok emindiler.
İlk ziyaretimden bu yana, Pegida’ya yönelik destek büyümüş ve Başbakan Angela Merkel’in organizatörleri alışılmadık biçimde sert bir dille eleştirmesine rağmen, son mitinginde 25.000 insanı kendine çekmişti.Bir sonraki pazartesi Pegida, polisin protestoculara ve Pegida’nın lideri Lutz Bachmann’a yönelik inandırıcı bir terörist saldırı tehlikesi olarak gördüğü tehdit nedeniyle sokaklardan uzaklaştırılmıştı.Almanya için olağandışı bir tutumla, Dresden’de tüm eylemler 24 saatliğine yasaklandı.Ardından Bild Gazetesi Bachmann’ın Adolf Hitler’e benzemeye çalıştığı, orijinal olduğu iddia edilen fotoğrafları yayınladı.Bu adam, iddialar bir kenara bırakılsa bile, pek de alışılmadık bir politik lider olarak görünüyor.
Yine de şu açık ki, Dresdenli arkadaşlarıyla başlattığını söylediği bu hareket Almanya genelinde bir şeyleri harekete geçirdi.Berlin’den tanıdığım, 20’lerinin başında bir kadın, bilinçli politik yaşamına yabancı bir durum olarak, politikanın artık sokağa taşınmış gibi göründüğü için duyduğu şaşkınlığı dile getirdi. Aslına bakılırsa, birkaç bin Alman’ın göçmen karşıtı yürüyüşü, Pegida savaş mültecilerine kucak açtığını söylese bile, hem Almanya’da hem de yurtdışında korkuyu tetikledi.Başbakan Merkel’in kullandığı somut dil, Berlin’deki endişeyi belirgin hale getirdi.Bu tarihten sonra, on binlerce insan Pegida’yı protesto etmek ve dışarıdan gelen herkese kucak açtıklarını vurgulamak için Almanya genelinde sokağa çıktı.İş dünyası, Almanya dışından yeni işçilere ihtiyaç duyduklarını belirterek politikacılara karşılık verdi.Gerçekten de 200.000 sığınmacı başvurusuyla tarihinin 3. en yüksek başvuru sayısını kaydeden Almanya’da nüfus geçen yıl kısmen artış göstererek, 2013’te 80,8 milyon iken 2014’te 81,1 milyona çıktı.
Tartışmayı ve polisin Batı Avrupa’daki tutumunu yenileyen, Pegida’nın yükselişi ile Fransa’daki terörist saldırıların çakışması; bu yeni yılı çatışma ve uyuşmazlık yılı olarak çoktan damgaladı.Fakat çatışma her zaman korku duyulacak bir durum değildir.Genellikle, 11 Ocak’ta Paris’te olduğu gibi, tahmin edilenden daha muhalif ve metanetli olduğu ortaya çıkan insanları birleştirir.Almanya’da da benzer şekilde, Pegida’nın yükselişi, yalnızca bitmek bilmeyen yabancı düşmanlığını ve önyargıları değil, aynı zamanda 21. yüzyıl Avrupa’sında yeni gelenleri sahiplenip, sonuçlanabilecek kültürel çatışmalara kafa yorarak güvenliği garantilemeye ilişkin modern bir tartışmayı da ortaya koymuştur.