Burak Dilik
Duisburg-Essen Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü
Federal Almanya’nın kurulduğu 1949 yılında Amasya’nın Merzifon ilçesine bağlı, adı önceleri Belvar iken sonraları Kayadüzü olarak değiştirilen köyde doğar büyükbabam. Geçirdiği savaşların verdiği tahribatı onaracak olan ve misafir işçi olarak nitelendirilen binlerce kişilik bir grubun içinden sadece biri olacaktır.
İlk kez altı yaşında kaybetmiştir bir bakıma yurdunu. Annesinin bu dünyadan göç etmesiyle büyükbabam erkenden büyümek zorunda kalmış, anneye hissedilen duygularından göç etmiştir ilk olarak. Doğuran değil, büyüten ve besleyen anne olmuştur artık kendisi. Küçük yaşlarda, köy yaşantısının getirdiği sorumluluklardan kendisine de bir pay düşmüştür elbet. Fiziksel olarak yapabileceği her işe zihinde uymaya mecburdur. Bazen zihin bedenin peşinden, bazen de beden zihnin peşinden göç etmiştir kendilerine büyük olduğu kadar yabancı da olan bir dünyaya, bir boyuta.
Çobanlık yaptığı yıllardaki yaşı “Azığıma konulan ekmeği bir taşın üzerinde unuturdum, bütün gün aç gezerdim sonra”dır kendisi için. Gençlik yıllarında tam anlamıyla ekmeğini taştan çıkaran Hüseyin, köyün yakınında bulunan taşocağına gidip gelir her gün. Ekmeğini taştan çıkarma olgusu artık bir süre peşini bırakmayacaktır.
Abisinin de yardımıyla sonraları maden işçilerinin haklı direnişiyle ünlenecek olan Yeni Çeltek Maden Ocağı’nda çalışmaya başlayan büyükbabam, bir süre de maden ocağı sayesinde sürdürür hayatta kalma ve hayallerini gerçekleştirme mücadelesini.
İlk olarak Almanya’nın Bönen şehrine 1973 yılında gelir ve bir sene arayla, önce 1974‘te Gelsenkirchen Erle’ye, sonra 1975’te Herten Westerholt’a ve son olarak da 1978 yılında Gelsenkirchen Buer’e göç eder ve burada kalır uzun bir süre. 1974 yılında yedi yıl önce evlendiği eşini ve üç çocuğunu getirir Almanya’ya. Babaannem de Almanya’ya geldiği yıllarda çeşitli işlerde çalışır.
Son beşik olan Kadir amcam Almanya’da dünyaya gelmiştir. Beş yaşında Almanya’ya gelen, burada okula giden, 1985’te babası gibi maden işçisi olarak meslek hayatına atılan babam Erdal, kısa süre sonra bu işin emekliliğe kadar böyle gitmeyeceğini anlamış ve sırayla Fachabitur ve sonrasında teknisyen okulunu bitirmiştir. Kendisinden iki yaş küçük olan kardeşi Hidayet amcam da aynı şekilde madenci olarak işe girmiştir.
Eli ekmek tuttuğu için, evlenme konusunda hiçbir engel kalmadığına inanan babam 1987 yılında annemle evlenir. Bürokratik birtakım sıkıntılar sebebiyle annem ancak 1988 yılında Almanya’ya gelebilmiştir ki, 1989 yılında ben doğayım. Yıl 1990 olduğunda, artık Berlin Duvarı da yıkıldığına göre kardeşim Hüseyin’in dünyaya gelmemesi için de hiçbir sebep kalmamıştır.
Bir Hüseyin diğer Hüseyin için yapmıştı aslında yukarıda anlatılanların hepsini. Yaşanan her şey sadece fiziksel açıdan bir göçü getirmemişti beraberinde. Beyinde de birçok konuda göçün yaşanmasına sebep olmuştu. Artık yurt, vatan, millet, Sakarya belirli bir yer olmaktan çıkmıştı, çıkmak zorundaydı. Bu yerlerin değişkenliğinin kabul edilmesi insanı özgürleştiriyor ve onun aslolan şeylere konsantre olmasını sağlıyordu. İnsan, yurdunu kendi içinde bir yer olarak betimliyor ve görmeye başlıyor ve bunun sonucunda gittiği her yerde kendini yurdunda hissediyordu. Çevre ile olan etkileşim, belli başlı fenomenlerin yeniden tanımlanmasına yol açıyor ve bu tanımlamaların birtakım etik değerler doğrultusunda ve insan merkezli olması, insanı düşüncelerinde ve duygusal dünyasında özgürleştiriyor ve insanın statik düşünceden dinamik düşünceye ulaşmasını, dolayısıyla yaşama ve yaşamaya yönelik ilk adımı atmasını sağlıyordu.
* PoliTeknik’in 9. sayısında yayınına başlanan “Göç Üzerine Metinler” yazı dizisinin devamı.