Prof. Dr. Wolf D. Bukow | Siegen Üniversitesi
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yeni kurulan hiçbir parti seçmenler tarafından AfD kadar hızlı benimsenmedi. O sürekli medyanın gündeminde ve nerede seçime katıldıysa en kısa sürede sağlam bir fraksiyon düzeyine ulaştı. Ve buna rağmen AfD’nin nasıl bir parti olduğunu öngörmek oldukça zor görünüyor. Bu ilk bakışta partinin ağırlık noktalarını defalarca değiştirmiş olmasıyla ilgili olabilir, zira o Euro karşıtı bir parti olarak işe başlamış ve göç karşıtı bir partiye dönüşmüştür. Gerçekte ise belirlediği kendi temel doğrultusuna, yerleşik siyasete ve medyaya karşı yürüttüğü polemiğe ve ulusal çıkarları hararetle seslendirmesine başlangıçtan itibaren sadık kalmıştır. Dolayısıyla AfD belirgin bir siyasi profil geliştirmiştir. Bu nedenle partinin öngörülebilirliği ile ilgili zorluklar olası duruş değişikliğinden çok, partinin kesintisiz polemikçi profiliyle bağlantılı bir durum olsa gerek – resmi, siyasi manzaraya pek de uymayan ve aslında bu nedenle seçimde bu denli başarılı olacağı düşünülmeyen bir profil. Gerçekte ise bu profil, daha çok uzun süredir NPD ve Cumhuriyetçiler gibi küçük, aşırı sağ partilerden bilinen ve onunla ancak noktasal başarılar sağlayan partilerin profiline denk düşüyor. Böylece açıklamalar giderek aşırı sağ partiler için geliştirilen anlamlandırma modellerine yoğunlaşıyor. Burada genelde, göründüğü kadarıyla hâlâ severek kullanılan “düş kırıklığı-saldırganlık” teorisinden çok çabuk yararlanılıyor ve düş kırıklığına uğramış insanlara, işsizlere, yarı yolda kalmışlara, marjinalleştirilmiş insanlara ve kenara itilmiş gruplara seslenildiği iddia ediliyor. Gerçekte burada halkın zor koşullarda yaşayan grupları söz konusu değildir kesinlikle. Böylesi grupların kendi yaşam deneyimleri nedeniyle daha çok boyun eğmeye ve siyasi ilgisizliğe meyilli olduğu birçok incelemeye dayanarak çoktan biliniyor. Böylesi gruplaşmaları tipik bir kısır döngü karakterize etmektedir: Alt katmanlara düşüş ve/ya da işsizlik, yoksullaşma boyun eğmeyi ve ilgisizliği doğurmakta, bunlar da yaşamdan çekilmeyi ve çaba göstermemeyi körükleyen bir çevre yaratmaktadır. Öte yandan eski sağcı partilerden farklı olarak bu olayda, neden böyle büyük bir seçim başarısı yaşandığı açıklama bekleyen bir olgudur. Dolayısıyla bu değerlendirme ne yeni ne de inandırıcıdır. Düş kırıklığı-saldırganlık teorisi ampirik olarak inandırıcı değil ve o, burjuva dünya görüşünden sapmaların hastalıklı görüldüğü bir dönemden kalmadır.
AfD’nin başarılarının nedenini tahmin etmek için yeni bir yaklaşım geliştirmek ve ayrıca verili güncel ampirik koşulları şimdiye kadar olduğundan daha titiz bir şekilde dikkate almak gerekmektedir. Şunları saptamış olalım:
- a) Göründüğü kadarıyla bu parti kendisini taşıyan toplumsal bir tabana sahip. Toplumun orta tabakasından insanları harekete geçirebildiği çok açık – bunlar egemen partilerin etkilemediği ya da artık seslenemediği, gerektiğinde seçime gitmeye ve bir partiyle özdeşleşmeye hazır insanlardır.
- b) AfD’nin savunduğu, medyaya ve yerleşik düzene yönelen görüşleri toplumun orta kesiminin düşüncelerine uygun görünüyor. Buna göre konu marjinalleşmiş olanlar değil, aksine, olsa olsa, kendini haklı gören, ama günümüz kamuoyunda yeterince temsil edilmediğini, siyaset ile ideolojik bağlantılarının koptuğunu düşünen, ancak öte yandan başarılı olan, siyasi “düş kırıklığına” uğramış gruplaşmalardır.
Yapılan bir ankette AfD yandaşlarının yüzde 79’u ekonomik durumlarının “çok iyi” ya da “iyi” olduğunu yazmışlardır [1].
- c) Partinin yaptığı özel polemik yalnızca iyi karşılanmakla kalmıyor, göründüğü kadarıyla yerinde, çoktan verilmesi gereken bir tepki olarak görülüyor ve bu tepki için gerektiğinde etkin de olunuyor. Nihayet bir grup kalkıp çoktan söylenmesi gerektiği düşünülenleri söylüyor ve yapıyor.
Birçok AfD yandaşı diğer partilerden memnun değil, onlar sığınmacı politikasını protesto ediyor ya da “saf dışı” bırakıldıklarını hissettiren belirsiz bir duyguyu paylaşıyor… [2]
Her üç bileşen bir toplu görüntüde birleşiyor: Burada burjuva çevreler söz konusudur, ancak bu çevreler günümüz medyası ve kitle partileri tarafından temsil edilmediklerini, ama bireysel başarıları nedeniyle iyi konumda ve haklı olduklarını düşünüyor.
Medyaya karşı yapılan güncel polemik ve sığınmacılara karşı ırkçı saldırılar, belirleyici noktaları özetleyen ve bir çeşit ana iletileri oluşturan iki görüş olarak görülüyor, ki sığınmacı tematiği bir tür yön belirleyici konu durumundadır.
Sığınmacı tematiği,
– temel konu olarak sunulabiliyor (yılda bir milyon sığınmacıyla tekne dolup taşıyor)
– başlı başına temel soruna dönüştürülebiliyor (eskimiş yabancılar polemiğine birçok atıfta bulunulması olanaklı: Aşırı yük, entegrasyon beklentileri, radikal İslam şüphesi)
– kriminalleştirmede kullanılabiliyor (maddi nedenlerle sığınanlar insan kaçakçılığından yararlanıyor ve IŞİD teröristlerine gereken gizliliği sağlıyor)
– herşeyin kilitlendiği asıl konu olarak biçimlendirilebiliyor (Batı dünyasının ve özellikle Hristiyan değerlerin çöküşü kesin görünüyor).
Asıl soru sığınmacılar sorununun gelişerek nasıl bu denli başarılı ve toplumun burjuva grubu için böylesine yön belirleyici bir konuya dönüşebildiği sorusudur. Bu noktada (Bukow, Cudak 2016), herşeyden önce küreselleşme çerçevesinde ortaya çıkan toplumsal dönüşümle hesaplaşan, uzun süredir varolan milliyetçi bir anaakım söz konusu. Bu anaakım, 1980’li yılların başlangıcından itibaren, CDU içerisindeki kesimler de dahil, muhafazakâr çevrelerce düzenli olarak körüklenerek on yıllar boyunca neredeyse yalnızca göç tartışmasına kilitlenmiştir. Bu ilk kez Heidelberg Manifestosu’yla[3], ardından Yeni Sağ (Cumhuriyetçiler’den “Junge Freiheit’a” kadar) ve kısa süre önce de Özdeşlik Hareketi’yle (Bewegung der Identitären) elle tutulur oldu. Burada ilginç olan insanları yedekleme alanının az ya da çok aynı kalmış olmasıdır, ki bu alan toplumun orta kesiminden gelen gerici gruplaşmalardır ve aralarında birçok akademisyen, üniversite üyesi ve ayrıca küçük ölçekli serbest çalışan ve sınıf atlamış, yani oldukça kısa bir sürede başarıyla sosyal hareketlilik göstermiş insan bulunmaktadır. Bir de bunların arasında birinci ve ikinci kuşaktan bazı göçmenler, göçmen olarak, Doğu Avrupalı etnik Almanlar, Doğu Almanya’dan gelenler ve İkinci Dünya Savaşı sonrası göç ettirilenler olarak yaşamlarında birşeyleri başarmış olanlar da bulunmaktadır. Bunlar Hristiyan Birlik Partileri’ni yeterince ulusal-muhafazakâr bulmayan insanlardır.
Başka bir ifadeyle, burada, ulusal başarı öyküleriyle meşruiyetini sağlayan, milliyetçi ve ırkçı anlatıları kaynaştıran, bu anlatıların göç ve farklılık sistemi (Bukow 2014) aracılığıyla hayata geçirilmesini hedefleyen bir duruşla kendilerini özdeşleştirebilen gerici çevreler söz konusudur. Ve bu bağlamda AfD’nin kuruluş günlerinden kalma Avrupa Birliği karşıtı görüşleri ilk deneme işlevi görüyor. Güncel gelişme şimdi sığınmacı tartışması temelinde neredeyse “mükemmel” bir konum ve stratejik açıdan en iyi pozisyonu almayı sağlamaktadır. AfD’nin aile ve kadın politikası (eşcinsel evliliğe karşı olunması), eğitim konuları ve iç güvenlik ile ilgili duruşları, istisnasız ataerkil, kadın düşmanı (tek başına çocuk büyüten bir ebeveyne destek verilmemesi) ve ırkçı-eliter duruşlar olarak açığa çıkmaktadır, dolayısıyla da milliyetçi düşünüşten ari düşünüşe kadar uzanan bir düşünüşe eklenmektedir, aslında son kertede büyük bir rol oynamamakta, ancak resmi tamamlamaktadır. Nitekim bu duruşlar da dikkate alındığında AfD’nin küresel bir bağlama oturduğu görülecektir. O yalnızca Macaristan, Polonya ve Slovakya’nın milliyetçi partilerine değil, aynı zamanda şu anda küresel ölçekte yayılmakta olan köktenci akımlara da uyan bir partidir. Gerçekte AfD zamanın dilini kendi amaçları doğrultusunda en iyi şekilde kullanmayı bilen bir partidir. O, popülist görüşlerin dile getirilmesinde olağanüstü becerikli ve bunu yaparak burjuvazinin yüzeyinin altında uzun zamandır kabarmakta olanı dışa vurmaktadır, özellikle PEGIDA’dan (Bukow 2015) öğrendiği bir stratejidir bu. AfD tarafından yürütülen milliyetçi ve ırkçı mitlerin kaynaşmasının ve partinin köktenci anlatısının son derece tehlikeli olduğu açığa çıkmaktadır, zira yerleşik partiler bu noktada onunla yüzleşmek yerine bu partiyi daha çok kucaklamaktadır (“adaletsizliğin egemenliği”, Seehofer/CSU ya da “devletin başarısızlığı”, Spahn/CDU), bu da söz konusu anlatıları artarak yeniden kabul görür kılmaktadır.
1 25. März 2016: SPIEGEL‑Umfrage zur AfD
2 25. März 2016: SPIEGEL‑Umfrage zur AfD.
3 17 Haziran 1981 tarihli Heidelberger Manifestosu’nda Alman üniversite profesörleri “Alman halkının içine sızılmasına” ve “Almancanın, kültürün ve ulusallığın aşırı yabancılaşmasına” karşı uyarılarda bulunmayı amaçlamışlardır.
Kaynak
Bukow, Wolf-D (2014):Gute Forschung verlangt eine gute Theorie. In: Wassilios Baros, Wilhelm Kempf (Hg.): Erkenntnisinteressen, Methodologie und Methoden interkultureller Bildungsforschung. Berlin. Verlag Irena Regener S.81ff.
Bukow, Wolf-D (2015): PEGIDA und der modernisierte Rassismus: Workingpaper 2015 https://www.uni‑siegen.de/fokos/ aktuelles /aktuelle_ meldungen_ region_‑_diversitaet_‑_ innovation/622247.html?lang=de
Bukow, Wolf-D.; Cudak, Karin (2016): Zur Entwicklung von institutionellem Rassismus B Rassistische Routinen in der kommunalen Praxis. In: Karim Fereidooni (Hg.): (Trans‑)Nationaler Rassismuskritik: Interdependenzen rassischer Phänomene und Widerstandformen. Wiesbaden Springer VS (im Druck).