Kumar Ratan
Hindistan Ulusal Eğitim Koalisyonu
Eğitim, 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) aracılığıyla bir insan hakkı olarak deklare edilmiş, ancak yıllar geçtikçe eğitim hak kavramından, alınıp satılan ve yalnızca satın alabilenlerin erişebildiği bir metaya dönüşmüştür.
Piyasa olgusu, yurttaşları değil yalnızca müşterileri gözetir. Ve yurttaşların tümü müşteri olarak rağbet görmez. Piyasada satın alma gücü olanlar meta/hizmet satın alabilirken, böyle bir gücü olmayanlar marjinal kalmaya devam eder.
İnsan hakkı, salt insan olmaktan ötürü kazanılan bir haktır. Bir insan hakkı olan eğitim hakkı ticari bir girişime dönüşürse, toplumun marjinalleştirilmiş ve yoksul kesimleri doğuştan gelen bu haklarından yoksun bırakılmış olur. Bu durum satın alma gücünü genişletme aracılığıyla, cinsiyet, kast ve dine dayalı ayrımcılığı daha da kötü bir hale getirir.
İHEB’nin yetmiş yıllık geçmişine rağmen, dünya üzerinde yaklaşık 53 milyon çocuk ilköğretimden yoksundur ve bunun %53’ünü kız çocuklar oluşturmaktadır.
O halde şu soru gündeme gelmektedir: Küresel yurttaşlar ve çeşitli ulusların seçimle başa gelen hükümetleri olarak bizler, eğitim hakkını bir insan hakkı olarak tanıma konusunda gerçekten ciddi miyiz? Herkes İçin Eğitim (EFA) hareketinin hedeflerini gerçekleştirmek için yeterince çaba harcadık mı?
Eğitim hakkı çoğu ülkede temel ve hukuki olarak tanımlanmış bir hak haline gelmiş olsa da, bu çabalar okul altyapısı veya çocukların okula kaydı ya da geçici öğretmen istihdamıyla sınırlı kalmıştır. Öğrenimi yarıda bırakma, kalifiye öğretmen eksikliği, kolaylaştırıcı ortam eksikliği, yetersiz eğitim-öğretim materyalleri özellikle gelişmekte olan ülkelerde sorun olmaya devam etmiştir. Bu engeller, eğitimin bir insan hakkı olarak hayata geçirilmesini etkilemektedir. Eğitim hakkını İHEB deklarasyonlarına dahil etmek tek başına yeterli mi, aslında BM deklarasyonunda bir insan hakkı olarak ‘nitelikli eğitim hakkının’ savunuculuğunu yapmamız gerekmiyor mu?
Yıkıcı 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, tüm uluslar daha iyi bir dünyanın hayalini kurdu ve bu hayali gerçekleştirmek için bir dizi insan hakkı ilan edilerek benimsendi. Buna rağmen, süregelen ve artan düzeydeki şiddet, aşırıcılık, tahammülsüzlük, zorunlu göç ve ekonomik eşitsizlikler dünyayı daha iyi bir yer haline getiremediğimizi açıkça göstermektedir. Gelinen bu noktada, BM Bildirgesi’nin öngördüğü şekilde eğitim: “İnsan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır (Madde 26, paragraf 2)” ifadesi daha da önemli hale gelmiştir.
O halde şu soru yöneltilebilir; eğitim hakkı güvence altına alınırken hiçbir çocuğun geride bırakılmadığının teminatını asıl olarak kim vermelidir? İnsan hakları savunucuları arasında, ayrıca İHEB’de belirtildiği şekilde, özellikle gelişmekte olan toplumlarda çocukların eğitim hakkından devletin sorumlu olduğuna ilişkin bir görüş birliği bulunur.
1948’de devlet bir refah devleti olarak görülüyordu. Fakat daha sonra, liberalleşme, özelleştirme ve küreselleşme kavramlarının yükselişiyle devletin refah konsepti değişmek zorunda kaldı. Piyasanın rolü yaşamın her alanında önemli hale geldi. Devlet teorisinde geriye dönüş öne sürüldü ve piyasa, toplumun farklı kesimlerinde yaratılan tüm boşlukları işgal etti. Eğitim de bu dönüşümün dışında kalmadı. Küresel, liberal ve özelleştirilmiş dünyada eğitim sektörü kâr getiren bir iş alanına dönüştü. Eğitim alanındaki özel yatırımlar kazanç arayışına girdi ve gittikçe daha fazla özel aktör büyüyen eğitim sektörüne dahil oldu. Eğitimin artan şekilde ticarileşmesi, oldukça düşük nitelikte eğitim sunan özel okulların mantar gibi yayılmasına yol açtı. Ayrıca devletin neoliberal politikaları da toplumun farklı kesimlerine, ekonomik şartlarına göre farklı muameleye yol açan özel eğitim yatırımlarına giden yolu döşemiştir. Bu durum, çocukların bile ekonomik şartlar temelinde ayrımcılığa maruz kalmasını meşrulaştırmıyor mu? Eğitim, özel yatırımcılardan satın alınması gereken bir insan hakkı mı olmalı?
‘Zengin ve fakirler için ortak eğitim’ benzeri sloganlar gittikçe gündemden düşüyor. Devlet okullarında nitelikli eğitim sağlamaya yönelik ‘kaynak sıkıntısı’ ve hükümetin yetersizliği nedeniyle, özel aktörler daha iyi eğitim için daha fazla ödeme ve bedelini ödediğiniz nitelikte eğitim alma gibi iş fırsatları geliştiriyorlar. Bu durum eşitsiz erişim ve eğitimin niteliğinde daha fazla tabakalaşmaya yol açarak, zengini daha güçlü, fakiri daha zayıf kılıyor.
Dünya milletleri 1990’da evrensel bir temel ilköğretim (UPE) düzeyi sağlamaya odaklandı ve 2000’de Tayland, Jomtien’de düzenlenen Herkes için Eğitim Konferansı’nda (EFA) okur yazarlık düzeyini yükseltmeyi hedef olarak önüne koydu. Yeni milenyum yaklaşırken, çoğu ülkenin bu hedeflere ulaşmanın oldukça gerisinde olduğu açıktı, bu nedenle uluslararası camia 2000’de Dakar, Senegal’de düzenlenen Dünya Eğitim Forumu’nda (WEF) tekrar bir araya geldi ve 2015 tarihine kadar EFA hedeflerine ulaşmayı karar altına aldı. Dakar Eylem Çerçevesi sıralanan altı kilit amaç aracılığıyla her çocuk, genç ve yetişkin için eğitim fırsatlarını genişletmeyi taahhüt etti; erken çocukluk döneminde bakım ve eğitim, herkes için ücretsiz ve zorunlu ilköğretim, genç ve yetişkinler için öğrenme ve yaşam becerilerinin teşviki, yetişkin okur yazarlığında %50 oranında artış, 2005’e kadar cinsiyet bazlı katılım kotasını, 2015’e kadar cinsiyet eşitliğini sağlama ve eğitimin niteliğini artırma.
21 Mayıs 2015’te gerçekleşen Dünya Eğitim Forumu 2015’te 120 bakan, başkan ve 160 ülkeden hükümet delegasyonu üyesi ile Hindistan dahil geliştirme ortakları Incheon Deklarasyonu’nu benimsedi. Incheon Deklarasyonu, 1990’da Jomtien’de başlatılan ve 2000’de Dakar’da yinelenen dünya çapında Herkes için Eğitim (EFA) hareketinin vizyonunu yeniden doğrulamaktadır. Ülkeler ve küresel eğitim toplulukları bütünlüklü, iddialı, istekli ve kimseyi arkada bırakmayan, güncellenmiş tek bir eğitim gündemi belirlemiştir. “Herkes için kapsayıcı ve eşit nitelikte eğitim temin etmeyi ve yaşam boyu eğitim fırsatlarını teşvik etmeyi” amaçlayan bu yeni eğitim gündemi ‘Eğitim 2030’, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi 4 (SGD 4) ve ilgili hedeflere tümüyle dahil edilmiştir. Deklarasyon, eğitim topluluğunun Eğitim 2030 gündemini hayata geçirecek kolektif taahhüdünü temsil eder. Eğitim ilkelerinin kamusal mal, temel bir insan hakkı ve diğer hakların hayata geçirilmesinin teminatı olduğunu onaylar, cesur ve yenilikçi eylemlere ilham verir.
25 Eylül 2015’te New York’ta, Sürdürülebilir Kalkınma için 2030 Gündemi 70. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda resmi olarak kabul edildi. Yeni gündemin özünde, Milenyum Kalkınma Hedefleri’nin halefi SDG 4 eğitim planlarını da içeren, 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi yer almaktadır. Eğitim 2030 Eylem Çerçevesi (FFA), Eğitim 2030’un uygulanmasına yönelik genel bir yönlendirici çerçeve olarak hizmet eder ve global bağlılığın küresel, bölgesel, ulusal düzeyde nasıl pratiğe döküleceğinin ana hatlarını çizer. SGD 4 çerçevesi ve hedefleri kapsamında eğitim vizyonu ile arzularını gerçekleştirmeleri için tüm ülkeleri desteklemeyi amaçlar. Herkes için eşit eğitim fırsatları temin etmek üzere Eğitim 2030’un uygulanması, koordinasyonu, finansmanı ve denetimi için yöntemler öne sürer.
Dünyanın yeni sosyo-ekonomik gerçekliğinde, İHEB’nin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bildirge, eğitimin temel bir insan hakkı olduğunu garanti etmek için yeni stratejileri ve yeni devlet politikalarını harekete geçirmelidir.
Eğitimin niteliği, eğitim hakkının temel bir unsuru haline gelmelidir. İHEB tek başına eğitimi bir insan hakkı olarak görmek yerine, ‘nitelikli eğitimi’ insan hakkı olarak tanımalıdır. Bunu başarmak için öğretmenlerin niteliği önem taşır ve bu nitelik doğrudan öğretmenlerin çalışma şartlarıyla bağlantılıdır.
İHEB’de belirtildiği gibi , “çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır (Paragraf 3, Madde 26).” Aynı zamanda, küreselleşme çağında devlet ebeveyn ve toplulukların çocuklarının eğitimine ilişkin söz söyleyebilme hakkına sahip olduğunu da garanti etmelidir.
İnsan haklarının teminatında ve çocuklara insani değerlerin aşılanmasında devletin rolünü özel sektör üstlenemez. Özel bir şirketten farklı olarak, demokratik bir devlet doğası gereği temsilcidir ve tüketicilere değil, yurttaşlara önem verir. Devletin bu rolü eğitimin bir insan hakkı olarak beyanına yansıtılmalıdır.
Beceri gelişimi de eğitimin bir diğer önemli bileşenidir ve İHEB’nin 26. maddesinde yer almalıdır.
Eğitim evrensel bir insan hakkı olduğundan, kapsayıcı eğitimin garanti edileceğine de vurgu yapılmalıdır. İHEB özel ihtiyaçları olan çocukların da yer aldığı, toplumun marjinal kesimlerine özel dikkat gösterilmesi konusunda Devlete rehberlik etmelidir.
Temel eğitim hakkının koruma altına alınmasında yönetişim meselesi oldukça önemlidir. Okul eğitiminin idaresinde topluluğun rolü vurgulanmalıdır. Şeffaf ve katılımcı bir yönetim sistemi, hesap sorulabilir bir eğitim sistemine de olanak sağlayacaktır. Bu nedenle, adem-i merkeziyetçi ve demokratik bir eğitim sistemi İHBE’de hak ettiği yeri almalıdır.
Özel sektörün rolü devletin çabalarını tamamlayıcı nitelikte olmalıdır. Özel sektör kaynakları ve imkanları, herkes için nitelikli eğitim hedefini gerçekleştirmek üzere hükümet tarafından denetim altında tutulmalıdır.
Sivil toplumun hem ulusal hem de uluslararası düzeydeki rolü, çocuklar için ücretsiz ve zorunlu eğitim hakkı savunusuna destek sunma şeklinde olageldi. Son zamanlarda, sivil toplumun çoğu kesimi küresel çapta saldırıya maruz kalmaktadır ve rolü zayıflatılmaya çalışılmaktadır. İHEB, eğitimin insan hakkı olarak savunusundaki rolünü vurgulayarak sivil toplumdan gelen çabaları teşvik etmelidir.
Belirtilen değişiklikler Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine (SDG) ulaşmaya yardımcı olacak ve İHEB bu sayede, 21. yüzyılın değişen realitesine daha duyarlı hale gelecektir.